“İslâm ile laiklik arasında bağ kurmayı niye bu kadar
geciktirdi İslâm dünyası, onu anlamakta zorluk çekiyorum.
(…) Laik devlet her inanç grubunu koruma altına,
güvence altına alır, hepsine de eşit mesafededir. Yani
laik devlette her inanç grubu inancını rahatlıkla
yaşayabileceği gibi, hatta ateistler de ateistliğini
yaşayabilir.”
Hâlihazırda dinbaz-politik bir alacakaranlığa gark olmuş Türkiye’de
mucize kabilinden bu sözlerin kime ait olduğunu tahmin etmekte
fazlasıyla zorlanabilirsiniz!..
Belki kulaklarınıza inanamayacak ya da rüyada olduğunuzu
sanacaksınız, ama bu sözleri El-Arabiya kanalına verdiği röportajda
Cumhurbaşkanı Erdoğan telaffuz
ediyor.
Tıpkı beş buçuk yıl önce, 2011 Eylül’ünde Mısır ve Tunus
ziyaretinde yaptığı konuşmalarda telaffuz etmiş olduğu
gibi...
O yıllarda dünyada “seküler İslâm” örneği olarak parmakla
gösterilen Türkiye’nin Müslüman başbakanı sıfatıyla Ortadoğu-İslâm
coğrafyasında laiklik nasihatinde bulunarak dolaşmaktaydı
Erdoğan...
Ve o zaman Türkiye’nin dindarmuhafazakâr başbakanının bu laiklik
söyleminden en çok rahatsız olup onu şiddetle kınayanlar kimdi
dersiniz?
Söz konusu ülkelerde İslâmcılık patentini elinde bulunduran
Müslüman Kardeşler örgütü,
yani “İhvanü’l- Müslümin” veya kısaca
İhvan...
Hani 2013 Haziran’ında Gezi’de yaşananlarla titreşimli olarak
Erdoğan’ın büyük bir şevkle eline doladığı Rabia işaretinin
kitlesel çıkış noktası, kaynağı olan İhvan!..
Evet, sadece birkaç yıl içinde bir dönüşüm yaşandı ve Arap
Ortadoğu’suna laiklik satmak üzere çıkılan yollardan bol miktarda
İhvancılık, daha genel anlamda Selefilik yüklenilerek geri
dönüldü.
Neden böyle oldu? Çünkü yine 2011’den başlayarak Arap Baharı’nı
Suriye girdabında tam bir karakışa dönüştüren süreçte “eksen
kayması” adı altında büyük bir siyasi muvazene kaybı yaşandı
iktidar bünyesinde.
Stratejik derinliklere (daha doğrusu illüzyonlara) dalıp burnunun
ucunu göremez hale gelen dinbaz siyaset erbabı, Suriye savaşına
angajman ve Ortadoğu’da liderlik hayaliyle atıldığı macerada
Selefiliğe hoş görünme uğruna ülkesinin laik dokusunu tahrip eden
girişimlere yeltendi. O yüzden Gezi olayları patladı. AKP ve
Erdoğan bu patlamayı laik-dindar kutuplaşmasına ilerletmekte
tereddüt etmedi. Üstelik Mısır’da İhvancı
Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı gerçekleşen
darbe sürecinden bile malzeme devşirilerek (Rabia işareti gibi) bu,
iç-politikaya tahvil edildi.
İşte 2011’de Tunus’ta, Mısır’da laiklik telkininde bulunularak
İhvan’ın tepkisini çeken günlerden bir bakıma İhvan’a teslim olunan
günlere böyle geldik.
Peki, şimdi Suriye savaşında bambaşka bir yörüngede belki de sona
doğru yol alınırken laikliğin birden hatırlanıp tıpkı yıllar önce
olduğu gibi Arap Ortadoğu’sunda tekrar dillere dolanmaya başlanmış
olmasını nasıl yorumlamalıyız?
Bunun hayra, hayırlara vesile olabileceğini ummak mümkün
mü?..
Hayır’ın “şer”le bir tutulduğu şu mevcut atmosferde böyle bir
iyimserliğe kapılmak imkânsız elbette!..
Yine de hanidir ayaklar altında çiğnenmiş, Meclis Başkanı’nca
anayasada yer almasın denilmiş laikliğin, şimdi bir siyasi ilke
olarak yeniden, adeta günah çıkartırcasına vurgulanıyor oluşunun
altını çizmeden de geçmemek gerekir.
Erdoğan’ın sözleri, laikliğe duyulan ihtiyacın artık dinbaz siyaset
bünyesinde dahi ne ölçüde yakıcı hissedildiğinin bir işareti olarak
da değerlendirilebilir.
Ancak tabii Cumhurbaşkanı bizim okuru şaşırtma arzusuyla cımbızla
çektiğimiz yukarıdaki sözlerinin yanı sıra başka ifadeler de
kullanmış zikredilen röportajında...