Bütün dünyada otoriter popülist akımlar yükseliyor; içe kapanma, müdahalecilik, hoşgörüsüzlük eğilimleri güçleniyor
Yüzelli yıllık yayın hayatının bütün dönemlerinde liberal
demokrasiyi ve serbest piyasayı savunmakta olan The Economist
dergisi bugünkü dünyayı şöyle tasvir ediyor:
“Demokrasi Amerika’da tehlikeli bir dönüşte. Avrupa’da, Asya’da,
Latin Amerika’da popülistler ilerliyor. Otoriterler gücünü
pekiştiriyor. Liberal düşünürlerin en karamsarları bile bu kadar
karamsar olamazdı.”(11 Ağustos)
Dergi ağustos başından itibaren liberal demokrasinin büyük
filozoflarını anlatan makaleler yayımlıyor; demokrasi kültürünü
güçlendirmek amacıyla tabii.
Son sayısında ise “illiberal”, yani otoriter, hatta totaliter
eğilimlerin üç büyük filozofunu ele aldı: Rousseau, Karl Marks ve
Nietzsche...
JAKOBENLERİN FİLOZOFU
Alman filozofu Nietzsche hakkında felsefeci Cemil Sena’nın şu
değerlendirmesiyle yetiniyorum:
“İkinci Dünya Savaşı’nı yaratmış olan Alman liderlerinin
tutkularında da Nietzsche’nin ilhamları vardır...”
Dergi de bu görüşte.
Bizde Fransız filozofu Rousseau ve Alman filozofu Marks’ın etkileri
önemlidir.
Osmanlı modernleşmesi Fransızca ile başladı, Rousseau’nun kitapları
“mektepliler” arasında elden ele dolaştı.
Rousseau Cumhuriyet’in kurucu kadrosu üzerinde de etkilidir.
Dergi, Rousseau’nun “milli irade” ya da “halk iradesi” kavramı üzerinde duruyor. Rousseau’da milli irade sınırsız, kayıtsız, şartsız bir güçtür. Rousseau egemenliğin bölünmezliği ilkesini “kuvvetler birliği” olarak algılar.
Liberaller ise iktidarların kuvvetler ayrılığı ve anayasa ile sınırlandırılmasını savunurlar. Dergi, liberal John Stuart Mill’le ilgili makalesine “Çoğunluğun Tiranlığına Karşı” başlığını koymuştu haklı olarak. (4 Ağustos)
Dergi, Rousseau’nun düşüncelerini devrimcilerin “ütopya uğruna zalimce şiddet kullanılmasını haklılaştırmak” için kullandıklarını yazıyor.
Fransız ihtilalinde Robespierre liderliğindeki Jakobenler, Rousseau’nun müritleriydi. Lenin de “Biz proletaryanın Jakobenleriyiz” diyecekti.