14 Mart Tıp Bayramını kutladık. Son bir-iki yıldır nedense ne
kadar millî geleneklerimiz varsa hepsini yeniden anımsıyoruz.
Özenle tozlarını alıp yeniden kucaklıyoruz.
Mutluyuz.
14 Mart’ta bu yıl dönüldü taa eskilere gidildi, nasıl bayram olduğu
konuşuldu. Birçoğumuz ilk kez duydu.
Emperyalizme karşı milli direnişin simgesi.
Mutlu olduk.
Heyecanlandık. Daha sıcak sarıldık.
İyidir.
Ama daha iyi olmak gerekir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca geçenlerde açıklamıştı:
"Sağlık sektörü dışa bağımlılığımızın en yoğun olduğu alandır.
İlaçta yüzde 54, malzemede yüzde 82, cihazda yüzde 84, aşıda yüzde
100’e yakın bağımlılığımızın olduğu bir Türkiye’den
bahsediyoruz..."
Acele neşter!
Aman doktor yetiş!
Doktor ve hekim arasındaki farkı biliyorum. Ama yine de öyle dedim.
Çünkü Türkiye’nin her meslekten "elinde neşterle müdahale edecek
uzman doktora" gereksinimi var. Sağlık sektöründen, ekonomiye,
kültür-sanattan yerel yönetimlere... her alanda!
Göreve çağrılıyoruz.
Neden Vatan Partisi?
Sağlık Bakanı Koca aynı konuşmasında şöyle diyordu: ""Yeni dönemde
özellikle sağlıkta, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde
yerlileşmeyi ve millîleşmeyi önemsiyoruz."
Fena mı?
Hiç de değil. Elini tutan olmaz.
Mutlu oluruz.
Ama ne zaman yaptı bu konuşmayı?
Hani çare dedik ya...
İlaca yüzde 26.4 zam yapılmasının hemen ardından. Depolardan
ilaçlar çekilmişti. Zamla raflara geri döndüler. Neden zam yapıldı?
Kur farkından. Kur farkı neden bu kadar şiddetli? Ekonominin borç
ve ranta bağımlı hale gelmesinden, üretimden
vazgeçirilmesinden...
Döngü...
Çözüm üretemeyen döngü...
Dönüp nereye geliyor?
Neştere!
Neşteri tutacak ele!
Kim o??
....
Hadi bu boşluğu da siz doldurun!
Kazanın.
Kaptan Pilot Erkan Potukönen’e borcumuz var
Boeing’lerin alımıyla ilgili 22 yıl önce uyarmıştık.
Ayrıntılı haber yapmıştık.
İşe nasıl rüşvet karıştığını... En tepedikleri de... İsim...
isim...
Korkusuzca. Vatandaşlarımızın canı söz konusuydu. Vatanımızın
bağımsızlığı söz konusuydu.
O dönemler 12 Eylül sonrası.
Hiç kolay değildi. Bedeller ödenirdi.
Haberi birlikte yaptığımız THY’nin efsane kaptan pilotu Erkan
Potukönen dostumuzu, abimizi özlemle anıyorum. Kendisi de dağ gibi
bir adamdı. Mesleğinin doruğunda. Cumhurbaşkanlarının pilotu. Ama
mücadeleci, örgütçü. Pilot eylemlerinin önderi. Arabası
kurşunlandı, evine girildi. Yılmadı.
Niğde, Bor’da eşi Beyhan hanımla birlikte evlerinde konuk
olduğumuzda yaklaşan seçimlerde Parti’den adaylığını konuşmuştuk en
son. Genel Başkan Doğu Perinçek’e özel bir sevgisi vardı. Ona
bahçelerindeki evcil şahinle ilgili takıldı. İlk kez bu kadar
yakından gördüm o güzel, özgürlüğüne düşkün hayvanı. Pek
övünüyordu.
Potukönen, artık emekliydi. Ama rahat durmuyordu. Bor’un doğal
önderiydi. Her alanda.
2009’da kaybettik.
İşte Vatan Partisi’nin hangi "doktorların" kucağında büyüdüğünün
eşsiz bir örneği. Gazetecilik anlayışımızın temeli...
Potukönen, 20 Eylül 1994’te Sendika Genel Başkanlığına adaylığını
koyarken bildirisinde şöyle diyor:
‘’Ben, her konuda tam bağımsız bir Türkiye’den yana insan olarak;
Atatürkçüyüm, cumhuriyetçiyim, milliyetçiyim, halkçıyım, laikim,
özgürlükçüyüm, antiemperyalistim, insan hakları savunucusuyum,
yobazların, hırsızların, vurguncuların ve çıkarcıların düşmanıyım.
Bu yolda sonuna kadar şahsiyet ve vicdanımın ve inanışlarımın ilham
ettiği doğruluktan ayrılmadan önüme çıkacak engelleri ne çeşit
olursa olsun yılmadan toplumun beklediği hizmetleri
gerçekleştireceğim. Bu anlayış ve kararla, yaşamımın bundan sonraki
her anını ve dakikasını insanlığa, ulusuma, toplumuma hizmete
adıyor bu uğurda nefesimi vermeye yemin ediyorum.’’
Öyle de yaptı.
Ama artık yetmez mi!
Her yıl, 20 yıl öncesini konuşmak!
Yetmez mi...
Potukönenlere borçlarımız var.
Ödeme zamanı.
Görev zamanı.
Erkan Potukönen, yıllarca TALPA (Türkiye Havayolu Pilotları
Derneği) Başkanlığı yaptı. Eylemlere önderlik etti. Çalışma
arkadaşı Ali Gülçiçek’in "Mücadele Yılları TALPA" yazısını lütfen
www.airline.com‘dan okuyun.)
Patates plancılığı
200 bin ton patates sıfır gümrükle ithal edilecek. Şaka gibi.
Sağım solum her yanım patates. Niğde, Adapazarı, Afyon... Komşu
ülkelere bile gittiğimizde "bizde çok var, gelin size patates
satalım" diye görüşmeler yapıyorduk. Öyle lüks içindeydik ki...
Pazara gittiğimizde haşlama mı, kızartma mı, fırın mı yapacağız ona
göre memleketini seçiyorduk... Nişasta mişasta da yoksulun
katığıydı. Salça... soğan... biraz da biber bandır ekmeği...
Bazı durumlarda ağlamayı kendime hiç yakıştıramam. Çaresizlik,
çözümsüzlük, edilgenlik hiç siyasetime uygun değildir.
Ama ne yapayım. Patates ithal edeceğiz deyince ağlamam geliyor.
Üretim ekonomisi dedik, dedik... mecburen herkes geldi...
Yetmez.
Çiftçiye destek gerek. Tohumu, mazotu, suyu, elektriği...
Yetmez.
Üretim planlaması gerek.
Yetmez.
Üretimin pazarlanmasının örgütlenmesi gerek.
Yetmez.
Üretimin işlenmesi gerek. Gıda sanayi kurulacak. Katma değeri
yaratılacak. Bir yıl az, bir yıl çok dert edilmeyecek.
Yetmez.
İhracat planlanması gerek. Fiyatlar dengelenecek. Üretici de,
tüketici de mağdur edilmeyecek.
Anlatması uzun.
Bu iş bilene kolay. İnanın kolay!
Böyle olmayacak. Artık yeter.
Hele bir çekilin kenara.
Gelelim. Yapalım. Çözelim.
Patates... Domates... Soğan... Buğday... duymak istemiyoruz
artık!
Yüzümüz gülsün istiyoruz.