Geçen gün televizyonda haber kanallarına bakarken dikkatimi
çekti. Anlayışlar ne kadar değişti. Tartışma programlarında bile
konuşmacının sözü küt diye kesiliyor. Cumhurbaşkanımız şimdi
dünyanın bilmem hangi köşesinde uçaktan indi, konuşma yapıyor,
canlı bağlanıyoruz...
“Merhabalar... iki ülke arasında dostluk falan fıstık...”
O bitiyor başbakan bir yere konuyor. Oraya bağlanıyoruz. Selam
sabah parti propagandası onu dinliyoruz. Arkadan küçüklü büyüklü
bakanlar sıralanıyor. Aslında siyasi partilerin de bu duruma itiraz
etmesi gerekir. Haksız rekabet!
1931 Sovyet afişi. Burjuva basın özgürlüğü. Neyse ki bizim
basınımız bunlardan çok daha temiz.
Ama kestikleri programda ne konuşuluyordu derseniz o da başka bir
alem. Genellikle gazeteciler var zaten; ya da kadrolu birkaç
eleman. Her hafta, gün aynı kişiler. Lak lak da lak lak... Konular
hep birbirlerinden kopya.
-Sizce erken seçim olabilir miii?
-Kim kiminle ittifak edebiliir?
-Bir lider ötekine demiiiş ki...
-Ne demiş? Ne demiş?
-Gel tenhada buluşalım, demiiş.
-Yapma yav...
-Biz nasıl atladık bu haberi (!) Görüyor musun, o nasıl bir
gazeteci. İstihbarat kaynakları müthiş kuvvetli!
İncik çekirdeğine bereket!
Ya da bastır parayı salla sopayı yaptır yorumu.
Daha araştırma şirketlerine sıra gelmedi. Hafiften ittifak
pazarlıklarında el kuvvetlendirme çerçevesinde dokunuşlar oluyor. O
ayrı konu.
Köşe yazarlarında ise nerdeee eski derinlik, yorum, eleştiri,
sorunlar, okuyucu talepleri, çözüm önerileri... Biz ustalarımıza
öğleden önce telefon etmeye bile çekinirdik.
Aman ellemeyin. Odasında yazısını yazıyor...
Köşe yazarlığı dedikoduculuk temeline oturdu. Kırk kez tartılırdı
fisıltıyla gelen. Ya doğru değilse diye. “Kulis haberi” hep vardı.
Nasıl da emek barındırır. Özel bir haber yakalamak için koridolarda
dolaş allah dolaş!
Yeni gazeteci arkadaşlara ilk önerimiz hep şu olmuştur. İlk önce
kuşların masana getirdiğine de ki “bu haber yanlış!.”
Kendini ikna edene kadar araştır, sor soruştur. İğne başı kadar
açık kalmasın. Ondan sonra okuyucuna sun. Ki o da inansın senin
yazdığına. Şimdi en ilginç dedikokoduyu yazan en parıldak köşeci!
At çamuru, izi kalsa da olur kalmasa da.
Biri de kalkıp dese “iyi de... hangi siyasi lider incirin
çekirdeğini dolduruyor da, biz boşaltıyoruz...”
E o da haklı.
Bir bilemedin, iki!
Aslında halk onu biliyor.
Onlar çıkınca reytingler tavan yapıyor.
Ama haberin kıstası o hizmet anlayışı değil ki artık.
Dur bi patrona sorayım.
Dur patron da baş patrona sorsun ne olacak bizim ihaleler...??
HALKI ESAD'I SEVİYORSA SEVİYOR
“Suriye ile görüşürüm. Esad’la görüşmem. Çünkü o katil”
Şimdi diyelim ki iş adamısınız, biriyle iş görüşmesi yapacaksınız.
“Ben onun karısını beğenmem onun için görüşmem” diyebilir misiniz?
Gönül bu, size ne onun karısından. Beğenmiş almış.
Kaldı ki devletlerarası görüşme yapılacak, başka devletin
yöneticisinden size ne...
Sizin kişi olarak değil, devlet adamı olarak sorumluğunuz var.
Seçilmiş gelmiş. Ayrıca biliyor musunuz ki, kendi halkı Esad’ı
gerçekten seviyor. Savaştan öncesine göre çok daha artmış
destekleyenleri, yüzde 97’ye çıkmış. Etrafında kenetlenmişler.
Biran önce savaşı bitireceğine inanıyorlarmış ve
güveniyorlarmış.
Şimdi şöyle de düşünebiliriz. Esad da kalkıp dese:
“Ben karşımda dün şöyle, bugün böyle diyen biriyle hayatta
görüşmem. O gitsin bu gelsin...”
İyi mi olur?
Olmaz.
O zaman bu da olmaz.
DOĞRU SÖZE NE DENİR
Geçen gün galiba biri televizyonda eleştiriyordu. Not
almışım.
“CHP kendi içine o kadar dönük ki, memleket meselesini tartışmaya
hiç vakti olmuyor. Her şeyi biliyor, bilgi saçıyor; onun için de
hiç gelişmiyor. Bir solcu ABD’ye ve PKK’ya karşı olmalı.
Memleket yek vücut olmuş. Mehmetçiğin arkasında. O, YPG’ye övgü
düzüyor.
Hayattan kopuk romantik sözler söylüyorlar.
Toplumun vicdanı olamıyorlar.”
Turhal Şeker Fabrikalarının imarı için tarla
arazilerini bağışlayan, o dönemin güzel insanları...
(1933)