Frankenstein…
Adını bilmeyen yoktur.
Bu fantastik romanı 1818 yılında İngiliz Mary
Shelley yazdı.
1932 yılında ilki olmak üzere kaç kez filmi çekildi; tiyatrolarda
sahnelendi; şarkılar yapıldı.
Geçen hafta roman bizim gündemimize geldi. Bir yayınevinin
tercümanı, -aynı Frankenstein gibi- “iyi bir şey yapayım
derken” başka yayınevinin çevirisini
“araklayarak” kötü bir şey yapmıştı! Romandaki replikle söylersek,
“Aman tanrım meğer bir canavar yaratmışım!”
İntihal olayını duyunca, “Mary Shelley’in kitap
şanssızlığı devam ediyor” diye düşündüm. Çünkü,
yazdıklarının başına hep tuhaflıklar geldi.
Talihsiz kadın yazarın kimi yazdığı öyküler kayıptır. Örneğin,
İsviçre’de yazdığı “Hate” (Nefret)
kaybolmuştur. Yine, bir ahşap kutuda sakladığı ilk denemeleri de
Paris’teki Hotel de Vienne’de unutulmuştur.
“Lodore” adlı romanının üçüncü
bölümünün son 36 sayfası yayınevi bürosu
ve redaksiyon odaları arasında gidip gelirken ortadan kaybolur!
Eksik bölümü yeniden yazar. Keza…
“Maurice or the Fisher’s Cot” (Maurice ya da
Balıkçının Kulübesi) adlı öyküsü Mary Shelley’in
ölümünden on yıllar sonra 1997’de
bulunur.
Mary Shelley, Hz. Muhammet’in hayatını yazmak ister ve fakat
yayıncısı soğuk bakar. Biyografiyi yazıp yazmadığı bilinmez…
Yani…
Türkiye’deki son intihali okuyunca, “yazdıkları
konusunda Mary Shelley’in talihsizliği hala devam
ediyor” diye düşündüm. Şaka gibi.
Bu giriş yapmamın nedeni başka…
Mary Shelley’in ilk eseri, aşık olup
kaçtığı dönemin büyük romantik
şairi Percy Bysshe Shelley ile gittiği
Avrupa’yı anlattığı “Altı Haftalık Bir Yolculuğun
Tarihi” kitabıdır. Sıra dışı yolculuklarını
anlatır…
Geçen gün…
Enis Batur’un “Ada Defterleri” kitabının sayfaları
arasında gezintiye çıktım:
“Aşırı hırs, bana kalırsa, başka bir yaşam tarzı gerektirirdi.
Herkesten, her şeyden, hemen hemen, el ayak
çekmeyi. Dün Safranski’nin kitabını
bitirdim, işte Nietzche. Dönelim bakalım:
İşte ‘Komedya’nın Balzac’ı, Proust,
başkaları. Öyle yaşamadım, aklımdan geçirmedim.
Kaldı ki, çok çalışmış, çok yoğunlaşmış örneklerin tümü için
geçerli olmamıştır tümden el ayak çekmek: Sartre,
Aragon, Picasso, Matisse, Messiaen, Foucault apayrı
alanlarda, bilebildiğim kadarıyla marazi münzeviliklere kendilerini
kaptırmadan ürün vermiş ve yaşamış modellerden yalnızca
birkaçı.
‘Dostum Petrarca’ da. Yedi
yüz yıl önce yazdıklarına bakıyorum da, benzerliğin bu kadarı olur.
“Projem’, baştan beri belli bir düzen, çekidüzen, yatırım, sabır ve
inat gerektirdi; biliyorum. Vaktim ve sağlığım elverdiğince
vermeye, sonucunu almaya devam edeceğim…”
2007 yılında Enis Batur, “10 Ağustos,
07.45” tarihli defterine bu notu
düşüyor. “Projesi”, 2008
Nisan’ında, “Tezgahtaki, yarısı bitme aşamasına
dayanmış yaklaşık otuz kitabı bu süre
içerisinde, şu adadaki tempoyla düze
çıkarırım. Olabilir mi, ayrı. Sarkabilir
kimileri. Umarım beklenmedik projeler
devreye girmez.”
Önce, Mary Shelley gezi notları…
Sonra, Enis Batur’un Ada günlüğü…
Benim de “projem” vardı. Bu yaz iki ay köşe
yazısı yazmayacaktım. Kutuplaşmış siyasetin kirli-puslu havasından
çıkıp nefes almak istiyordum.
Bu karanlık atmosfer insanın ruhunu hastalandırıyor. Herkes,
kurnazlıkla savaşmaya ne çok
hevesli! Yazık.
Mary Shelley gibi kaçmak uzaklaşmak ihtiyacı içindeydim. İçimde
biriken öfkeyi gökyüzüne haykırmak istiyordum.
Edebiyatla, müzikle kendimi temize
çekmeyi düşünüyordum. Bir günde arka arkaya filmler
seyretmeyi ne çok özledim.
Bir de yarım kalmış kitap taslakları köşede bana bakıp duruyor;
bitirilmeyi bekliyor. “Tamam” dedim,
hepsini bu yaz yapacağım.
Enis Batur “projesini” gerçekleştirdi mi?
Ya ben?
Geçen günlerde… İsmail Küçükkaya ve Fatih
Portakal iki aylık “tatile” çıktıklarını açıkladı.
Nasıl kıskandım
anlatamam! Cnntürk döneminde, programla
birlikte biz de iki ay izin kullanırdık, ne güzel günlerdi.
Şimdi?
Şimdi nasıl gidebilirim? SÖZCÜ’ye kirli bir
kumpas kurulmuş; Gökmen Ulu ve Mediha
Olgun zindana atılmış.
Tahammülsüzlük artmış, zorbalık gözünü karartmış; bilmez ki,
zalimlik fikrin değerini düşürür. Anlatamazsın…
Böyle zorlu günlerde nereye gidebilirsin?
Nasıl bırakabilirsin arkadaşlarını, gazeteni?
Evet, iki ay bile olsa zor kopup gitmek.
Böyle dönemlerde hakikatler daha da önem
kazanıyor. Yazmak şart.
Ama.
İlfah olmaz sahtekarlıkla mücadele için biraz
dinlenmek gerekiyor.
Hiç değil, bir-iki hafta izin veriniz!
Kafa izni istiyorum biraz.
Sağlıcakla kalınız…