İftar sofralarının vazgeçilmezi pilav.
Meşhur manidir: “Ramazan geldi ulaştı/
Sofralar doldu taştı/ Davette pilav yoktu/ Birden iştahım
kaçtı.”
Müslümanlar pirincin -tıpkı gül gibi- Hz.
Muhammet'in nurundan
yaratıldığına inanır; yerken salavat
getirirdi. Yeniçeri pirinçsiz
sefere çıkmazdı…
Rahmetli halamın eşi Çorum Osmancıklı idi; çeltik tarlaları
vardı. Kıl çuvallar içinde
pirinç gönderirdi. Annem “göz
hakkı” diye yarısını komşulara
dağıtırdı.
Ekimi- bakımı zor olan pirinç pahalıydı; Edirne, Tosya,
Osmancık, Gönen gibi çok az yerde yetiştirilirdi.
Pilav genellikle şehir sofralarında olurdu. Anadolu köylüsü
bulgur yerdi. (I. Dünya Savaşı'nda pirinç kıtlığı olunca İstanbullu
bulgura “Enver Paşa Pirinci” adını verdi!)
Bugün kişi başı ortalama 9.3
kilo pirinç tüketiyoruz. 1980
yılında 3.2
kilo idi!
Nüfus her geçen yıl artıyor.
Tüketim her geçen yıl artıyor.
Planlı ekonomi döneminde Türkiye bu durumu hesap eder; ve
yaptığı tahlile göre yatırımlarını geliştirirdi.
Çeltik alanlarını neden büyütüp geliştiremedik? Üreticisi
sayısını niye çoğaltamadık?
Kimler “tarımda yapısal
reform” yalanıyla yerli üretimi bitirme
noktasına getirdi?
Köylüyü “sadakacı” gösterdi?
Küresel devlere kimler yutturdu?
Yılda ortalama 400-500 bin
ton pirinç
üretiyoruz. 300-350 bin
ton pirinç ithal ediyoruz. (Bunun minik bölümü
tohum.)
Hem çeltik hem pirinç dış alımını yaptığımız ülkelerin
başında ABD olması
şaşırtıcı mı?
Oyun kurucular belli…