1980’ler…
Türk medyasında
büyük kırılma yaşandı:
Hakikat yerini kurguya bıraktı.
Önemli olan gerçeğe ulaşmak değildi.
Kitleleri hissi olarak
etkileyecek yorum ağırlıklı
“hikaye” yazmaktı.
İnsan özne olmaktan
çıkarıp, nesne haline dönüştürüldü.
Medya endüstri oldu! Her şey satılabilirdi,
yeter ki alıcısı olsun! Böylece “reklam” gerçeğin yerini
aldı.
Plaza gazetecileri, iyi para
kazanan profesyonellere dönüştürüldü.
Gazetecilik “sınıf atlamanın” aracı yapıldı. Kazanan
her şeyi alır dönemiydi.
“Fast-food haberler” dönemi başladı.
Köşe yazarlığı basit dil
oyunlarına dönüştürüldü. İtibarıyla…
Köşe
yazarı “taraftarları” coşturacak “amigo” rolünü
üstlendi. “Maçı” kazanmak için her yol
mubahtı; çarpıtmalar, abartmalar, asparagaslar…
Mizanpaj -tv döneminde stüdyo- önem kazandı!
Hedef; verileni olduğu gibi kabul eden,
düşünmekten
uzaklaşmış-yozlaşmış “sürü” yaratmaktı.
Bunun adı “popülizm” idi.
Işıltılı vitrinlere çıkarılan çok gazeteci
buna yenik düştü!
Peki…
Tüm bunların 1980’lerde
başlaması tesadüf müydü?
ABD ve İngiltere öncülüğünde vahşi
kapitalizm/neoliberalizm o yıllarda tekrar “pazara”
sunuldu. Bunun ideolojisini
dünyaya “neo-conservatists”/”neo-conlar” pazarladı. (Bunların
önemli ideologlarından Albert Wohlstetter,
Pentagon ve Rand Corporation’da danışmanlık yaptı. Paul Henze gibi
CIA mensuplarının hocasıydı. Paul Wolfowitz ve Zalmay Halilzad
öğrencileri arasındaydı. “Karanlıklar Prensi” Richard
Perle’nin...