Stratejik konuları düşünürken ucuz ve kolay sonuçlara sıçramamak
gerekir. Tarihi kavramadan gündelik heyecanlarla yazılıp
çizilenler, kısa sürede hükmünü yitirir. İç politikada çok karışık,
toz duman içinde, sarih olarak düşünmenin kolay olmadığı bir
ortamda dış politika üzerinden iç siyaset hamlesi yapmak da aslında
akıllıca değildir. Bunun geniş kamuoyunda yaratacağı hayal
kırıklığıyla uğraşmak başlı başına bir yük haline gelir.
Türkiye’nin bugünkü ortamda kaçınması gereken en önemli hatalardan
biri de gerçekçilikten uzaklaşmak olsa gerektir. Hele Ortadoğu’da,
özellikle Suriye’de gerçeklikle bağları kopararak sürdürülmüş ve
inatla vazgeçilmeyen politikaların, Türkiye’yi ne denli
yalnızlaştırdığı, dış politikayı ne konuma getirdiği ortadayken. O
halde Türkiye’nin bugünkü ittifak ilişkilerinden vazgeçmesi,
kendisine yeni bir kurumsal stratejik aidiyet araması aslında söz
konusu değildir. Ancak Batı ile ilişkilerde temelden sarsılan
güvenin yeniden oluşturulması bir öncelik sayılmalıdır. Bunu
sağlamak Türkiye için olduğu kadar AB üyeleri ve ABD açısından da
önem taşıyor.
Bu bağlamda Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesi, normalleşmeye doğru
adım atılması olumlu ve yararlı bir gelişmedir. Türkiye’nin
uluslararası sistemdeki manevra alanını genişletebileceği gibi,
Suriye’de devre dışı kalmaktan kurtulmasının da yolunu açabilir. Ne
var ki Türkiye’nin geçmişe göre daha da zayıf bir elle Rusya ile
pazarlığa oturduğunu da görmek gerekir. Sanırım Batılı
müttefiklerin bu ziyaretin ardından biraz da kaygısız tepkiler
vermeleri bu zayıflığı görmüş olmalarındandı.
Gene de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya’da Devlet Başkanı Vladimir
Putin ile buluşması elbette önemli bir hamleydi. Kasım ayında Rus
uçağının düşürülmesi ardından söylenenlere, Rusya’nın verdiği
tepkiye ve Putin’in tarzına bakıldığında da ilişkilerin
canlanmasının uzun bir süreye yayılacağını beklemek doğruydu. Ne
var ki Rusya tahmin edilenden önce ilişkileri yeniden raya
oturtmaya razı oldu, hatta bunu istedi.
Cumhurbaşkanı’nın Rusya ziyareti muhtemelen meşum darbe teşebbüsü
yaşanmamış olsa da gerçekleşecekti. Ancak bu kanlı olayın
sonrasında, Batılı müttefiklerin rencide edici kayıtsızlığının
akabinde yapıldığı için hem iç hem dış kamuoyuna yönelik mesajlar
da içeriyordu. Putin açısından da bu görüşmenin gene Batı’ya
yönelik bir mesaj boyutu muhtemelen vardı. Aslen tarihte hep
görüldüğü gibi Rusya ve Türkiye, Avrupa ya da Batı ile her ikisinin
de çok sorunlu oldukları zamanda hep yaptıkları gibi birbirlerine
yakınlaşıyorlardı.
Bir gereklilik ve karşılıklı çıkarlara hizmet eden pragmatik
yaklaşımın sonucu olan bu yakınlaşmadan dünya sisteminde alternatif
güç blokları sonucu çıkarmaksa anlamlı değil. Tüm şikâyetlere,
küskünlüklere rağmen var olan koşullarda Türkiye Atlantik ittifakı
içinde kalacak gibidir. Ancak kendisine daha geniş bir manevra
alanı da açmak istediğine şüphe yok. Bunun için de dünyadaki en
sıcak üç meseleden biri olan Suriye’de tekrar oyuna dahil olması
gerekiyor. Bunun yolu da Rusya’nın pozisyonlarına biraz
yakınlaşarak muhalif gruplara verdiği desteği kısmak, IŞİD’e
yönelik kampanyada daha aktif rol almaktan geçecektir.