Soli Özel Habertürk Gazetesi

AB’nin beklettiği Türkiye

AB ile ilişkilerin bugün vardığı noktadan karşı tarafı sorumlu tutmak, Türkiye’nin vazgeçilmez meşgalelerinden ve şikâyet konularından birisidir. Bu düşüncenin uzantısı, “Şu kadar...

08 Mayıs 2017 | 241 okunma

AB ile ilişkilerin bugün vardığı noktadan karşı tarafı sorumlu tutmak, Türkiye’nin vazgeçilmez meşgalelerinden ve şikâyet konularından birisidir. Bu düşüncenin uzantısı, “Şu kadar yıldır bekletiliyoruz” sözüdür. AB’nin ya da en azından üyelerinin bir kısmının Türkiye’nin üyeliği hakkındaki olumsuz duruşlarında, bir zamanlar Yunanistan’ın engellemelerinin payı elbette küçümsenemez. Ama gene de bu söylenen söz tam olarak doğru sayılmaz.

Gerçi Celal Bayar’ın Yassıada’ya götürülürken motorda Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya “Bize şu müşterek pazarı bir anlatın” dediği efsanevi bir an yaşanmıştır. Dönemin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile yapılan Ankara anlaşmasını kotaran bürokratların hedefe olan inancı sarsılmazdır. Müzakere ederek siyasetçilere imza için sundukları metnin, “monşer” diye küçümsenen geleneğin önemli başarılarından biri sayılması gerektiği de ortadadır.

Ne var ki 1959’dan başlayan tarihe bakıldığında ortada “Bizi hep beklettiler” denecek bir sicil de gözükmemektedir. Ankara’daki siyasiler, devletin güvenlik ve ekonomik bürokrasisi, iç piyasada rekabet istemeyen sermaye kesimleri meseleye hep ikircikli yaklaşmış, aslında gönülleri olmadığı halde topu çevirerek durumu idare etmişlerdir. Türkiye’nin temel zihinsel çelişkisi, yani Batı’dan sürekli kuşku duyarak, hatta bazen nefret ederek gene de Batılı olma iddiasını sürdürmek hevesi, hatların karışmasına neden olmuştu. Alman Yeşiller Partisi’nin düşünce kuruluşu Heinrich Böll Vakfı için “Türkiye-AB İlişkileri: Geçmiş, Bugün ve Gelecek” başlıklı bir makale yazan emekli büyükelçi Selim Kuneralp, bu noktayı tüm çıplaklığıyla anlatıyor. Türkiye’nin AB Büyükelçiliğini de yapan Kuneralp’e göre, neredeyse anlaşma imzalanır imzalanmaz hükümetler bunun hükümlerini uygulama konusunda yan çizmeye başlamıştır.

1970’lerde Türkiye’de o zamanki adıyla “Ortak Pazar” olarak bilinen projeyle ilgili en güçlü sloganın “Onlar ortak, biz pazar” olduğu düşünülürse, solcusu, sağcısıyla ülkenin bu davayı içten sahiplenmeye pek niyeti olmadığı anlaşılır. NATO üyesi Türkiye’nin üçüncü dünyacı damarlarının hayli kabarık olduğu yıllardır bunlar.

Kuneralp’e göre bu davranışın ana nedenlerinden birisi, İkinci Dünya Savaşı’na katılmadığı için Nazi işgali veya Sovyet işgali görmeyen, dolayısıyla milliyetçi reflekslerin yarattığı hasarı bilmeyen, barış içinde ilerleme arzusunun arka planını kavramayan “(Türkiye’nin), Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu yaratan kurucu babaların motivasyonlarını paylaşmamasıdır”. Turgut Özal’ın 1987’deki tam üyelik müracaatının ardından, içerideki bürokratik ve iş çevrelerinden gelen muhalefete rağmen AB üyeliği bir stratejik hedef haline

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Alternatifler ne kadar gerçekçi? 12 Ağustos 2018 | 518 Okunma Veda ve teşekkür 05 Temmuz 2018 | 3.915 Okunma Bir seçimi kazanmak ya da bugünler için La Bamba 04 Temmuz 2018 | 4.813 Okunma NATO'nun belirleyici rolü 01 Temmuz 2018 | 174 Okunma NATO 30 Haziran 2018 | 270 Okunma