Her biri üçüncü sınıf korku filmi kalitesinde olan otobüs yolculuklarım sonucunda beni artık hiçbir şey şaşırtamaz, korkutamaz diyordum.
Çünkü bugüne kadar ebola virüsünün saldırgan türünü taşıdığına inandığım bir kişiyle beş saat yan yana seyahat etmekten tutun, çoğu malarya hastalığı kapmış gibi titremekte olan evsizlerle yemek paylaşmaya kadar her şeyi yaşadım. Dibe vurdum sanıyordum, artık daha da dibe gitmek imkânsız diye rahatlatıyordum kendimi.
Sokakta mecburen yaklaşık 19 saat geçirdiğim günün ertesi sabaha karşı otobüs terminaline erken girmek zorunda kaldım.
Buradaki otobüs terminali üç futbol sahası kadar büyük. Sabah 2.45’te ikinci kat tabii ki boştu.
Koskoca koridorun tam ortasında bir zenci yerde, uzun eşek oyununda üstüne atlanmasını bekleyen insanların absürd pozisyonunu almış durmaktaydı.
Durup dururken bu görüntü kendi başına zaten yeterince ürkütücüydü.
Sonra adam birden ulumaya başladı. Büyük alan bomboş olduğundan uluması her taraftan yankılanıyordu.
Otobüsüme gitmek için adamın yanından geçmek zorundaydım.
Ben yaklaştıkça adamın gerçekten de bir kurt adama dönüşmüş olabileceğini gördüm. Bir defa göz çanakları kıpkırmızıydı. Kurtların da yıkanmayı fazla sevmediklerine eminim de bu adam neredeyse 10 yıl filan yıkınmamış olmalıydı.
Sadece yanından geçerken bile koku sindi her yerime. Adam yıkanmamakla birlikte bir 10 yıl süreyle tırnağını da kesmemiş olmalıydı. Pedikür de yaptırmamıştı ya da adam gerçekten kurt adama dönüşmekte olduğundan tırnakları olağanüstü hızla uzamaktaydı.
Kurtların insandan başka ne yediklerini bilsem ona yanından geçerken bundan ikram edip kendimi kurtaracaktım ama telefondan internet araştırması sonucunda tercihlerinin insan eti olduğunu öğrendim. Kendisine yürüyerek gelen akşam yemeğine hazırlanmış ve bunu sıkça uluyarak kutlamakta olan bir adamın yanından geçmek zorundaydım.