AVRUPA Komisyonu’nun geçen hafta açıkladığı Türkiye raporunun Ankara’da hükümet cephesinde en çok tepkiye yol açan yönlerinden biri, metinde Fetullahçı organizasyonunun bir tehdit olarak değerlendirilmemesi, bu çerçevede ‘terör örgütü’ değil, ‘Gülen hareketi’ diye söz edilmesi oldu.
Örneğin, Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında “Raporda
devletimizce, parlamentomuza ve milletimize alçakça saldıran FETÖ
tehdidine değinilmemesini vahim bir eksiklik olarak görmekteyiz”
denildi.
AB Bakanı Ömer Çelik ise “FETÖ’den Gülen hareketi diye
bahsedilmesini, masum bir sivil toplum örgütüymüş gibi bir retorik
kullanılmasını son derece yanlış buluyoruz. Bunun yanı sıra Gülen
hareketinin hükümetimizce terör örgütü olarak nitelendiğine dair
bir kayıt düşülmüştür. Bu kısmi de olsa bir ilerlemedir. Ama gerçek
bir ilerleme anlamına gelmez” diye daha nüanslı bir tepki
verdi.
Gerçekten de Avrupa Komisyonu, raporda ‘Gülen hareketi’ne
‘terörist’ dememekle birlikte, hareketin adını geçirdiği her
durumda “Türk hükümeti tarafından terör örgütü olarak kabul edilen”
şeklinde bir nitelemeye başvuruyor. Bu, daha önce, örneğin
Komisyon’un 2016 raporunda olmayan bir durum.
Bunun gibi 15 Temmuz darbe girişimi söz konusu olduğunda, Avrupa
Komisyonu, yine ‘Gülenciler’i suçlamaktan kaçınıyor. Bunun yerine
“Türk makamlarının 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin organizasyonu
ve icrasından Gülen hareketini sorumlu tuttuklarını” belirterek,
kendisini tarafsızlık pozisyonuna çekiyor.
Gelgelelim Komisyon, bu örgütü doğrudan karşısına almaktan kaçınsa
da bir ikilem içine girmekten kendisini kurtaramıyor. Çünkü,
Ankara’nın duymak istediği nitelemelere başvurmasa da raporun pek
çok yerinde Gülen hareketinin devlet içindeki varlığını zımnen
kabul etmek durumunda kalıyor.
Daha önceki, örneğin 2016 raporunda Gülen hareketinin...