Merak etmeyin. “Nerede o eski
bayramlar!” muhabbeti yapmayacağım bugün.
Çünkü "Nerede o eski
bayramlar!" hayıflanmalarının, aslında "Nerede o eski
ben?" sorusunun bilinçaltımdaki mahcup bir tercümesi olduğunu
biliyorum.
Sanki şimdiki bayramların tadı
yokmuş gibi, zamanı birbirine kırdırıp gereksiz kıyaslamalar
yapmaya gerek yok.
Günahsız günlere duyulan özlemi,
suçu zamana atarak dindirmeye çalışmak da faydasız.
Ben bugün sadece çocukluğumun
elinden tutup, seksenli yıllarda birkaç satır dolaşacağım. Yüzümde
ergenlik albümünden kalan bir gülümsemeyle eski beni
hatırlayacağım.
Bayramınız mübarek
olsun.
***
Bayram sabahları yerçekimsiz bir
dünyaya uyanırdım çocukken. Namaza giderken, çalınır diye yeni
ayakkabıları giyememek biraz üzerdi beni. Ama bayramlıklarımı
giyerdim. Tiril tiril giderdim namaza. Sokaklarda hep hızlı yürüyen
ve mutlu insanlar, içimde tarifi mümkün olmayan bir neşe
olurdu.
***
İmam konuşurken bayram namazında
yanlış bir hareket yapmamak için hangi tekbirde el bağlayacağımı,
hangisinde rükûa gideceğimi düşünürdüm. İlk rekâtta yine de
tedbirli davranır, ön saftan bir yetişkini gözüme kestirir ve
birkaç saniye gecikmeli olarak onu takip ederdim.
***
Namaz dönüşü Nişanca fırınından
taze ekmek alırdık kahvaltı için. Ekmek genelde çok sıcak olurdu.
Göğsüme bastırdığım o sıcaklığı hâlâ her bayram sabahı
hissederim.
***
Sülalenin harçlık verme
alışkanlıklarına göre akrabaları sıraya koyardım. En çok harçlık
verenin elini daha gürültülü öper, şeker verenlerin eline usulca
alnımı değdirirdim. Cebimde para değil, sevinç birikirdi.
“Paranın en masum hâli, bayramda çocuğun cebindeki
hâlidir” diye düşünürüm şimdi.
***
Aldığımız harçlıklarla bisiklet
kiralardık. O zamanlar tehlikeli diye bisiklet alınmadığı için, bir
saatlik bisiklet turu, dünya turuna bedeldi. Rüzgâr saçlarımızı
okşarken, bisikletsiz geçen yılların intikamını almak için
pedallara asıldıkça asılırdık.
***
Kız kovalayan, torpil, çatapat ve
mantar alırdık bolca. Önce kız kovalayanları bitirir, sonra bir
apartmanın boşluğunda torpili patlatıp kaçardık. En sonunda da
elimize bir taş alıp çatapat ve mantarları patlatırdık kaldırım
kenarlarında. Vücudun bir yıllık gürültü ihtiyacını giderirdik.
Barut kokusunun savaşla ilgili bir şey olabileceği hiç aklıma
gelmezdi o zamanlar.
***
Genelde ikinci gün öğleden sonra
abonman biletlerimizi sıkı sıkı tutarak, nereye gideceğimizi
bilmeden otobüs beklerdik. Kendi semtimizin dışındaki bütün semtler
numaralardan ibaretti o zamanlar. 87 Taksim, 34 Beşiktaş, 90
Eminönü… İlk hangisi gelirse ona biner ve mutlaka son durakta
inerdik.
***
Galata köprüsünün üzerinde
balıkçıları seyreder, tadını beğenmesek de plastik bardakta turşu
içerdik. Köpük köpük tuz terleyen iskelede vapur bekler, Sirkeci
tren istasyonunun önünden geçerken hayallerimize yeni ufuklar
eklerdik. İstanbul da sanki çocuktu o zamanlar. Daha şımarık, daha
masum, daha hesapsızdı. Birlikte büyüdük desem yanlış olmaz
yani.
***
Bayram lunaparka gitmeyi
gerektirirdi mutlaka. Paramızı hesaplı harcar, her şeye bir kere
binerdik. Bazen çarpışan arabaların zevki bu kuralı esnetirdi ve
üst üste neşeyle çarpışırdık.
***
Bayramda en kötü memlekete
gidilirdi benim çocukluğumda. Tatile çıkan pek olmazdı. Ayıp
sayılırdı zaten. O zamanlar biz “her şey dâhil” bir saadet
yaşardık sokaklarda. Harçlığımız çoksa “tam pansiyon”,
azsa “yarım pansiyon” eğlenirdik. Deniz hayalleri
kurmazdık. Su tabancasının minik haznesine sığan su yeterdi
bize.
***
Bayram günlerinde sürekli zil
çalar, otomatik sesi apartman boşluklarında yankılanırdı. Gelenler
karşılanır, gidenler uğurlanır, kalanlar ağırlanırdı. Bayramda
yatılı misafir gelmesini hiç yadırgamazdık. Gece misafir için çıkan
nevresimlerden naftalin kokusu yayılırdı eve. O kokuyu içime
çekerek huzur içinde uyurdum.
***
Zaman, bir akide şekeri gibi
ağzımızda erirdi yavaşça. Eridikçe tadı artar, lezzeti tüm
vücudumuza yayılırdı. Bayramın ikinci ve üçüncü günü coşku azalacak
diye korkardım. Aile büyükleri gündelik rutinlerine döner gibi
olursa, “Bugün de bayram ha!” diye hatırlatırdım
endişeyle. “Keşke hiç bitmese” derdim içimden. Ama
biterdi. Bu yazı gibi, hayat gibi, o da biterdi işte!