Bizim ekol, hep devleti yukarılarda tuttu, kutsadı, farklı
güçler ve manalar kattı varlığına. İnsanın dahi devlet için
yaşaması gerektiğini iddia edecek kadar işi ileri götürdü.
Hatta devlet ebed müddet için, insanların, toplulukların feda
edilebileceğini… Devlet yaşarsa insan yaşar fikrine tutunmayı dava
bildiler.
Tarihten örnek vermeyi de ihmal etmediler.
Nice padişah… Gücün zirvesinde iken dahi, sırf, yarın bir gün,
devlet zaafa düşmesin, kardeş kavgaları, iktidar savaşları zuhur
etmesin diye, kardeşlerini boğdurmamış mıydı?
Öz evlatlarını sadece devletin bekası adına… Yarın bir gün çıkacak
fitnelerin önüne geçmek maksadıyla kurban vermediler mi?
Doğrusu, bu yaklaşım ilk anda insanı büyülemektedir. Sonuçta öz
evladını, öz kardeşini feda edecek kadar idealist insanlardan dem
vurulmaktadır. Niçin peki?
Devlet yaşasın, millet yaşasın diye…
Dayanaklar genelde bu şekilde sıralanmaktadır.
Lakin bu yaklaşımın neresi İslami, neresi İslam dışı kimse
didiklemiyor, sorgulamayor. İstikbale dönük kaygılar ya da
ihtimaller üzerine insan hayatı hiçe sayılabilir mi?
Bunu yüksek sesle dillendiren olmamıştır.
Hâlbuki insan yaşarsa devlet yaşar… Hâlbuki insan varsa devlet
vardır… İhtiyaçlardan doğmuş… İnsanların daha rahat yaşamasına
vesile olsun… Aracılık etsin diye, insanın kendi elleriyle kurduğu
organizasyona, insan kurban verilir mi?
Dün… AK Parti’yi kuran irade, insanın ve milletin yanındaydı.
Devletten ve kurulu düzenden ziyade, insanın şerefli bir yaratık
olduğu… Her şeyin bu şerefi yaşatması için kurgulanması gerektiği
iddia edilmiş idi…