26 Ağustos 1071 Malazgirt
Meydan Muharebesi, son asır içinde ilk defa bu sene ismine,
manasına ve gayesine layık bir görkemle yaşandı.
İster taarruz ve büyüme ve
isterse müdafaa ve muhafaza harbi olsun her zaferimiz, ecdat, şehid
ve gazilerimizi memnun edecek bir ihtişamla yâd
edilmelidir.
Bu, bizim, din, kan ve evladlık
borcumuzdur. Bunu yapmak vefa, boş vermişlik de kadir-kıymet
bilmezliktir.
Dedelerimiz, harp etmekten
zafer kutlamaya vakit bulamadılar:
İstanbul’un Fethi, ilk defa
fethin 500. seneidevriyesi olan 1953’te mehterin yeri-göğü
inletmesiyle mutantan bir zafer, iftihar ve şenlik havasında
anılmıştı.
Sarıkamış Harekâtı, İttihad ve
Terakki Hükûmeti’nin hakkında konuşulup-yazılmasına yasak getirmesi
sebebiyle çeyrek asır öncesine dek dar bir çevre dışında
bilinmezdi. Aynı şekilde Çanakkale Zaferi de pek
bilinmiyordu.
Teselya Harbi yani Türk Yunan
muharebesi bugün de meçhuldür. Oysa 1897 tarihli bu harp, son
taarruzumuzdur. Türk ordusu, Atina’yı yeniden zapt edecekken büyük
devletlerin araya girmesi üzerine Yunanistan’ın harp tazminatına
mahkûm edilmesiyle durmuştur.
Mehmetçiğin, göğüs göğüse
muharebede 30 bin işgalci İngiliz askerini öldürüp 10 bin düşman
askerini tutsak aldığı büyük Kutü’l Amare Zaferi, Tek Parti
iktidarının son yıllarından itibaren unutulmaya terk
edilmiştir.
Teselya Zaferi’nden Abdülhamid
Han’a, Kut’dan Enver Paşa’nın amcası olmasından dolayı Halil Kut
Paşa’ya pay çıkmasın diye saklamışlardır.
Hakkı yenilmişler de vardır.
Çanakkale Zaferi’nde Sultan, Reşad Han, Başkumandan Vekili Enver
Paşa ve kumandan Cevad Çobanlı Paşa’dır. Bunlar ile daha başka
isimlerin hakkı teslim edilmemiştir. Mustafa Kemal, Çanakkale’de
paşa değil, yarbaydır. Buna rağmen ucuz kalemler, çarpıtmaya gitmiş
ve her şey tek adama mal edilmeye çalışılmıştır. Bu yanlış tutum,
İstiklal Harbi yılları için de söz konusudur.
En iyi bilindiğini sandığımız
zafer veya mağlubiyetlerin bile bilinmediği kanaatindeyiz. Zaferler
ve mağlubiyetler zamana mal olmuştur. Bunlarda insan, tarih ve
mekân vardır. Sakarya Meydan Muharebesi, Muş’ta yapılmıştır
denemeyeceği gibi Malazgirt Meydan Muharebesi’ni Melik Şah
yapmıştır da denemez. Her ilimde olduğu gibi tarih ilminde de
soğukkanlı, dürüst ve namuslu olmak şarttır. Böyle olunmazsa maziye
ihanet edilmiş, istikbal de aldatılmış olur. Mustafa Kemal Paşa’yı
işgalci düşman kuvvetlerine karşı Anadolu’ya gönderen Sultan
Vahideddin Han’dır. Hakikatin mutlak şekilde böyle olduğunu her
ahlaklı tarihçi kabul ve ikrar etmektedir. Bu gayet de normal bir
seyirdir. Padişah, vazifesini yapmış, emre itaat eden Mustafa Kemal
Paşa da vazifesine gitmiştir.
Faraziyelerle tarih ne yazılır
ve ne de konuşulur. Aksi hâlde o, tarih değil masal bile olamaz.
Malazgirt Zaferi’nin 947. yıl dönümü kutlamalarını haset eden bazı
ulusalcı zümre “ya Atatürk Anadolu’ya gitmeseydi!” diye akla ve
gerçeğe aykırı başlıklarla ortaya çıkmaktalar. Bunu yaparken de
iddialarını, tarih disiplininden alakasız olduğu hâlde kendini
tarihçi diye gösteren kimselere dayandırmaktalar. Bu güya
tarihçilerle onlara mal bulmuş mağribi gibi sarılanlar, Sevr
dayatmasının “Antlaşma” olduğunu söylemekteler. Tarih, yarın bu
asılsız lafı edenlerin yazdıklarını yüzlerine
çarpacaktır.
Gerçek şu ki Sevr, bir andlaşma
değil, taslaktır.
Sultan Vahideddin, Devlet
Başkanı olarak bu taslağı imzalamadığı için tarafları bağlayıcı bir
hukuki metin hâline gelmemiştir. Sevr’i hakikat yapmanın
sömürgecilerin hayali olması ise ayrı bahistir.
Malazgirt Zaferi’nin hakkını
vermenin, 30 Ağustos Zaferi’ni ihmal veya savsaklama yahut gözden
düşürme olarak vehmetmek ve bu hastalıklı düşünceyle de faraziyeler
üzerinden tarih yazmaya ve bu evhamı haberleştirmeye kalkmak
acınası bir mahrumiyettir.
Tarih, hak yeme değil, hakkı
teslim etme mesleğidir. Adil ve namuslu olmayı
gerektirir.
Nesiller, hem İslam tarihini ve
hem de İslam öncesi ve sonrasıyla Türk tarihini çarpıtılmamış,
karartılmamış, yalanlara düşmemiş olarak net ve düzgün şekilde
bilmelidir.
Malazgirt, bir vatan arayışının
zaferidir.
Sakarya ise son vatan toprağını
müdafaa etmenin zaferidir. Her ikisi de kahraman ecdadımızın
eseridir. Onlardan bize kalan büyük mirastır.
Yahya Kemal, Akıncılar şiirinde
29 Ağustos 1526 tarihinde kazanılan Mohaç Meydan Muharebesi’yle
daha nice bahadırlıklarımız için “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi
şendik/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik”
diyordu.
Aynı Yahya Kemal, 30 Ağustos
1922 zaferini de “Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi/ Senin
uğrunda ölen ordu, budur ya Rabbi/Ta ki yükselsin ezanlarla müeyyed
namın/ Galib et çünkü bu son ordusudur İslam’ın!” diye tasvir ve
takdir ediyordu.
Komutan kim olursa olsun; sefer
milletin; zafer Allah’tandır. Tarih, yarınlar için kıyas yapmak,
ibret almak ve ders çıkartmak içindir.