Devlet idare etmenin, Resneli
Niyazi adlı âsi subayın yaptığı gibi dağda geyikle gezmeye
benzemediğini bir nebzecik anlar gibi olan İttihadçılar, bir gün
nezaret altında tuttukları Sultan Abdülhamîd Hân’ın huzuruna
çıkarak yüklendikleri işin hakkını verdikleri cümlesinden olsa
gerek şunu arz ederler:
-Hünkârım, Balkan devletlerinin
aralarında yaşadıkları ihtilafları bitirdik. Şimdi birbirleriyle
didişmiyorlar!
Yaptıklarını müjde gibi arz edip
aferin beklercesine duran İttihadçı hükûmet temsilcilerinin
haberlerini hayretle dinleyen mahlû/devrik Sultan, huzurdaki
ahmaklara ve onların şahsında bütün İttihadçı akl-ı evvellere bir
cümlelik ders verir:
-Siz ne yaptınız? Ben, onları,
birbirine düşürerek Devlet-i âliyyeyi tehlikelerden âzâde
tutuyordum!!!
Nitekim, kısa süre sonra Balkan
devletleri, ittifaklara giderek eski efendileri Osmanlı devletine
saldırmaya başlamış, en nihâyetinde Ruslardan sonra Bulgarların
İstanbul üzerine yürümeleri Çatalca’da zor-güç
durdurulmuştur.
Eskiden siyâsî edebiyatta
“Sultan Hamîd Siyâseti” diye bir tâbir vardı. Halife- i Müslimin,
Yıldız Sarayı’nda oturduğu yerden dünya siyâsetini, devletlerin
birbirleriyle münasebetlerini çok yakından takip eder, yaşanılan
yetişmiş insan/kaht-ı ricâl sıkıntısına ve ekmeğiyle büyümüş her
askerî ve başıbozuk/sivil münevverin şahsına gösterdiği düşmanlığa
rağmen akıl almaz siyasetler üretirdi. Bunun yanı sıra, askerî ve
sivil teknolojiyi ve diğer keşifleri çok yakından takip eder ve
yeni buluşları derhal memleketimize getirirdi.