Kıbrıs’a sırtımızı
dönemeyeceğimiz, Filistin’i görmezden gelemeyeceğimiz, Yemen’i yok
sayamayacağımız... gibi Şarki Türkistan’ı da ihmal
edemeyiz...
Ata yurdumuza bizde “Doğu
Türkistan” denirken Uygur Türkleri “Şarki Türkistan”
diyorlar.
Asya Türklüğü, “Türkistan” diye
yekpare bir iklimdi. Ruslar, bu iklimin garb, Çinliler de şark
tarafını hâkimiyetine alınca Türkistan, “Garbi Türkistan” ve “Şarki
Türkistan” diye ikiye bölünmüş oldu. SSCB dağılınca ana gövdeyi
kurtarma derdine düşen Rusya Federasyonu, Batı Türkistan’ı dört-beş
parçaya bölerek gitti.
Şarki Türkistan’daki Çin
işgaliyse devam ediyor.
Uygur Türkleriyle Osmanlı ve
erken ve orta cumhuriyet zamanı Türklerinin “Şarki Türkistan”,
bugünkü Türklerin “Doğu Türkistan”, Çinlilerinse “Özerk Sincan
Uygur Bölgesi” dediği bu topraklar, bir medeniyet havzasıdır. Hem
mimari, hem bedii ve hem de fikrî medeniyetin zirvede yaptığı bir
yerdir. Bugün Türkçenin yazı dili için İslam harflerinin
kullanıldığı tek ülkedir. Tabii bunda Çin’in alfabe birliğinizi
önleme taktiğinin büyük payı vardır. Sayım yapılmadığı için Şarki
Türkistan’ın nüfusu kesin olarak bilinmemektedir. Buna rağmen 25-30
milyon tahmin ediliyor. Çin ise bu rakamı çok aşağılara
çekmektedir. Başkent Urumçi’dir.
Çin’in elindeki bu ülke her
çeşidiyle muazzam yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahiptir. Diğer
taraftan her Türk unsuru gibi Uygurlar da istiklallerine son
derecede düşkündürler. Çin, bölgeye zaman zaman Çinli nüfus
kaydırarak asimilasyona gitmektedir. Birkaç ay evvel Pekin
yönetiminin “her Türk evine bir Çinli erkek yerleştirme” gibi
inanılmaz bir uygulamaya gittiği haberi gelmişti. İbadet hürriyeti
tamamen daraltılmıştır. En küçük bir millî kıpırdanış çok kanlı
biçimde bastırılmaktadır.
Şarki Türkistan Kırım, Kıbrıs,
Kafkaslar, Kerkük, Halep Filistin, Yemen, Bosna, Somali gibi
yüreğimizde kanayan onlarca yaradan biridir.
Şu var ki dış politikada bir
yanda millî davalar vardır, diğer yanda da taş gibi acı gerçekler.
Hem o davaların sahiplenilmesi, mağdur ve mazlum olanların
derdine derman olunması ve hem de o taşa takılıp tökezlenilmemesi
gerekir.
Şarki Türkistan’la gönlümüz bir
olsa da arada uzak mesafeler var. Dünya ve bölge şartları var. Göz
önündeki hakikatler var.
Türkiye ne gün Rusya ile
yakınlaşsa Doğu Türkistan karışır, Uygur Türkleri, istiklal
isteyerek sokağa düşer, Çin talepleri dinleyip makul hâl çareleri
bulacağına çok sert biçimde karşılık verir. Birçok insan şehid
düşer, birçok kimse loş mahzenlerde işkencelerden işkence beğenmek
zorunda kalır. Türkiye’de vatandaşlar protesto gösterileri yapar.
Ankara, sesini yükseltir. Bunun üzerine Pekin’in destek vermesiyle
PKK saldırılarını çoğaltarak kan döker. Çin bu terör örgütüne silah
ve daha başka yardımlarda bulunur. PKK lehine konuşmaya
başlar.
Kısacası; Doğu Türkistan, Türk
hariciyesinin yumuşak karnıdır. Ankara, Moskova’yla el sıkışınca
Washington, Doğu Türkistan’ı tahrik etmekte, bunun üzerine Çin,
şiddete başvurmakta, Türkiye rahatsızlanınca Pekin teröristleri
azdırtmakta ve “Kürdistan” lafları etmektedir.
Bunları Uygur kardeşlerimizin
gördüğünü ümit etmekteyiz. Bugün Ankara’nın Moskova ve Pekin’le
münasebetleri iyidir. Bu iyi ortamdan Türkistan lehine menfaatler
devşirmek gibi bir siyasetimiz olmalı. Çin, Şarki Türkistan’a
“Sincan Uygur Özerk Bölgesi” demekle aslında buranın farklı bir
nüfus, toprak ve millet olduğunu kabul etmektedir. Ankara’ya düşen
kâğıt üzerindeki bu kabulü Pekin’e ikrar ettirmektir. Dünyada
özerk/muhtar idare olarak en iyi şartlara neresi sahipse ona
bakarak Uygur Türklerinin hakları koruma altına alınmalıdır.
Rusya’daki Tataristan yanlış bir örnek olmaz herhâlde. Şu şartlarda
en iyisi iç işlerinde tam bağımsız, dış işlerinde Çin’e tabi bir
anlamda fiilî bir federasyon kurmaktır. Diğer taraftan Ankara,
Uygur akil adamlarını kışkırtma ve fitneye kapılmamaları için halkı
irşad etmeye davet etmelidir. Bugün yapılabilecek en doğru iş din,
dil, mülkiyet, aile, eğitim, ticaret ve seyahat hürriyetini temin
etmek, adaleti sağlamak ve asimilasyonu önlemektir.
Bunlar da aklı başında,
gerçekçi ikili münasebetlerle elde edilebilir. Ankara, bugün nasıl
ki yabancı güçlere “Suriye’de, Kırım’da, Kafkaslarda ne işiniz
var?” diyemiyorsa Çin’e de “Doğu Türkistan’da ne işin var?”
diyemiyor. Ama aynı Ankara, “Rusya’nın Kırım’ı işgalini tanımıyoruz
ve tanımayacağız!” diyor. Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti, bu cümleyi
önceki gün TBMM’deki 2019 Bütçe müzakerelerinde bir kere daha
üstüne basa basa söyledi. Kırım, Kuzey Suriye ve Filistin için
yürek ferahlandıran sözler edilirken Yemen ve Doğu Türkistanlılara
da “oh” dedirtecek bir cümle sarf edilse memnuniyet verici olurdu.
Buna ihtiyaç var. Türk devlet adamlarının Çin ziyaretlerine
Urumçi’ye gitmelerine de ihtiyaç var.
Şu günlerde Şarki Türkistan’la
alakalı haberler yine ortalıkta dolaşmakta. Bunun Fransa ve
diğer bazı Avrupa ülkelerindeki “Sarı Yangın”la çakışması
tesadüf değildir. Derin ABD ve FETÖ terör örgütü, Uygurlarla
alakalı eski yahut kurgulanmış görüntü ve haberleri yayabilirler.
Saf veya hain gösteriler olabilir. Bunlar önlenmeye çalışılınca
“iktidarın polisi, Uygurlara karşı Çin’i tuttu!” gibi yalanlar
çıkartılabilir.
Türkiye’yi karıştırıp 31
Mart’ta Cumhur İttifakı’nı mağlup etmek isteyen şer güçler için her
yol mubahtır. Sarı Humma yahut Sarı Yangın’ı Türkiye’ye sıçratmak,
Erdoğan’ı devirip, FETÖ’cüleri kurtarmak ve Fırat’ın doğusunu
kurtarmak maksadıyla her şeyi göze alacaklardır.
Ankara, Pekin’i Doğu Türkistan
mes’elesi için diplomasiyi kullanarak sağduyulu bir çözüme
zorlamalıdır.