Ondokuz ve yirminci asırlar
kayıp çağlarımızdır. Bu dava, daha evvel dünyaya hükümran iken bu
iki asır boyunca sürekli müdafaa ve tutunma derdindedir. Bunun en
bariz misali Abdülhamid Han dönemidir. Onun için 3 Kasım 2002
Anadolu İhtilali, iki yüzyıldan bu yana yakalanmış en büyük
fırsattır. 1826 ne kadar “Vak’ayi hayriyedir” münakaşa götürür ama
2002 şüphesiz Hayırlı Vak’adır ve Abdülhamid’in Medeniyet
Hamlesi’nin, Menderes’in Beyaz İhtilali’nin, Özal’ın devrimlerinin,
Erbakan’ın ideallerinin devamıdır.
Bu dediklerimizi AK Partinin
birinci iktidarının ikinci yılında ziyaretimize gelen bir kısım AK
Parti yöneticilerine de söylemiştim. O gün Akif Gülle, Bülent
Gedikli, Ömer Yılmaz ve bir-iki kişinin daha olduğu bir hey’et,
bize de gelerek “nasıl gidiyoruz?” diye sormuşlardı. Bu mevzuu eski
yazılarımızda etraflıca yazmıştık. Tekrarlamayacağız. Fakat,
dediklerimizden birini bir daha dile getireceğiz. O gün Tayyip
Bey’in birçok müsbet tarafına dikkat çektikten sonra “fakat; aynı
Tayyip Bey, yakın çevresini seçmekte bu başarıyı gösteremiyor”
demiştik.
O hâl bugün de değişmemiştir.
Sn. Erdoğan, Başbakan olduğunda kendisini tebrik ederken bir
gönüldaş olarak “ulaşılmayan adam olmayın” hatırlatmasını
yapmıştık. Biz dediğimiz için değil; aldığı İslam terbiyesi gereği
iki sene öncesine kadar hep ulaşılan adamdı. Ama müşterek şikâyet
mevzuudur ki iki seneden beri bahsettiğimiz çevre, etrafında duvar
oldu.
31 Mart seçim sonuçlarına
üzülmemeli. Engin bir sezgi gücüne sahip olan bu millet, Menderes,
Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan’ı hangi saik ve sebeplerle
iktidar yaptıysa bu seçimlerde AK Parti’yi yine aynı niyetle
birinci parti yaptı, Cumhur İttifakı’na öncelik tanıdı ama en büyük
şehirlerde ve hele İstanbul’da da çok ölçülü bir ders verdi, ikazda
bulundu. İstanbul’daki vaziyetin sebebi Binali Yıldırım değil,
kıskançlıktır! Gazi Osman Paşa, Plevne’de canhıraş bir mücadele
içindeyken mühimmatı tükenmeye yüz tutunca çevredeki paşalara haber
salıp yardım istedi. Aralarında toplanan paşalar şöyle dediler:
“Osman Paşa’ya yardım edersek gider İstanbul’da Sadrazam olur!”
Paşa, sadrazam olmadı ama ordu mağlup oldu, devlet toprak
kaybetti.
Kader bugün Tayyip Erdoğan’ın
önüne bir fırsat çıkarmıştır. Bu musibet derse, bir şer, hayra
dönüşebilir. 31 Mart, köklü tedbirlerle hayra tebdil edilebilir.
Hizipleşen tefrika yok edilmeli, ekran ve sütunların kadrolu
dalkavukları uzaklaştırılmalı, dün FETÖ’cüyken bugün kendini
gizlemek için en çok FETÖ diye bağıran şaklabanlara itibar
edilmemeli, müşavere etmek yerine yağcılık yapan danışmanlar
gönderilmeli, kul olan Tayyip Erdoğan’a yanılmazlık yakıştıran
menfaatperestler ile yollar ayrılmalı, parti, hükûmet ve yakın ve
uzak çevreye esaslı bir neşter vurulmalıdır.
Normal şartlarda seçimlerde AK
Partiye oy vermeyecek kimseler bakan yapılıp da bunlardan dava
sahibi ve davaya sadık nesiller yetiştirmelerini beklemek büyük
hatadır. Diğer yandan hiçbir bakanın “devlet benim!” kibrinde
olmaya hakkı yoktur. Şu aniden zenginleşenlere de mutlaka “nereden
buldun?” denmelidir.
AK Parti; vaki itirazları
üzerine İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde yüzde yüz adil
mahkeme kararıyla belediye başkanlığını kazansa bile bu netice, 31
Mart akşamında olmadığı için o kadar değerli değildir.
Şimdi; Sn. Erdoğan ve hakiki ve
samimi arkadaşlarına düşen vazife, Haziran 2023 Seçimlerini
düşünerek tekrar yerine oturtulan hareket ve sıfırdan yenilenmiş
parti ve teşkilat ile güçlü bir müessese kurmaktır.
Devşirme ve paralı askerlerle,
iyi gün dostlarıyla, her devrin riyakârlarıyla, çıkarcılarla yola
gidilemez, yarınlara çıkılamaz.
İki asrın emanetine kıymak,
i’layı kelimetullaha kötülüktür.
Bu dediklerimizi AK Partinin
birinci iktidarının ikinci yılında ziyaretimize gelen bir kısım AK
Parti yöneticilerine de söylemiştim. O gün Akif Gülle, Bülent
Gedikli, Ömer Yılmaz ve bir-iki kişinin daha olduğu bir hey’et,
bize de gelerek “nasıl gidiyoruz?” diye sormuşlardı. Bu mevzuu eski
yazılarımızda etraflıca yazmıştık. Tekrarlamayacağız. Fakat,
dediklerimizden birini bir daha dile getireceğiz. O gün Tayyip
Bey’in birçok müsbet tarafına dikkat çektikten sonra “fakat; aynı
Tayyip Bey, yakın çevresini seçmekte bu başarıyı gösteremiyor”
demiştik.
O hâl bugün de değişmemiştir.
Sn. Erdoğan, Başbakan olduğunda kendisini tebrik ederken bir
gönüldaş olarak “ulaşılmayan adam olmayın” hatırlatmasını
yapmıştık. Biz dediğimiz için değil; aldığı İslam terbiyesi gereği
iki sene öncesine kadar hep ulaşılan adamdı. Ama müşterek şikâyet
mevzuudur ki iki seneden beri bahsettiğimiz çevre, etrafında duvar
oldu.
31 Mart seçim sonuçlarına
üzülmemeli. Engin bir sezgi gücüne sahip olan bu millet, Menderes,
Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan’ı hangi saik ve sebeplerle
iktidar yaptıysa bu seçimlerde AK Parti’yi yine aynı niyetle
birinci parti yaptı, Cumhur İttifakı’na öncelik tanıdı ama en büyük
şehirlerde ve hele İstanbul’da da çok ölçülü bir ders verdi, ikazda
bulundu. İstanbul’daki vaziyetin sebebi Binali Yıldırım değil,
kıskançlıktır! Gazi Osman Paşa, Plevne’de canhıraş bir mücadele
içindeyken mühimmatı tükenmeye yüz tutunca çevredeki paşalara haber
salıp yardım istedi. Aralarında toplanan paşalar şöyle dediler:
“Osman Paşa’ya yardım edersek gider İstanbul’da Sadrazam olur!”
Paşa, sadrazam olmadı ama ordu mağlup oldu, devlet toprak
kaybetti.
Kader bugün Tayyip Erdoğan’ın
önüne bir fırsat çıkarmıştır. Bu musibet derse, bir şer, hayra
dönüşebilir. 31 Mart, köklü tedbirlerle hayra tebdil edilebilir.
Hizipleşen tefrika yok edilmeli, ekran ve sütunların kadrolu
dalkavukları uzaklaştırılmalı, dün FETÖ’cüyken bugün kendini
gizlemek için en çok FETÖ diye bağıran şaklabanlara itibar
edilmemeli, müşavere etmek yerine yağcılık yapan danışmanlar
gönderilmeli, kul olan Tayyip Erdoğan’a yanılmazlık yakıştıran
menfaatperestler ile yollar ayrılmalı, parti, hükûmet ve yakın ve
uzak çevreye esaslı bir neşter vurulmalıdır.