Geçmişi birkaç asrı bulan Sotheby’s müzayede
şirketinin 25 Nisan Çarşamba günü Londra’da bir açık artırması var.
Satışa telefonla da iştirak edilmesi mümkün.
“Arts of the İslamic world” adındaki bu faaliyetin
bizi alakadar eden tarafı, müzayedenin isminden de anlaşıldığı gibi
İslam dünyasından sanat eserlerinin satışa çıkarılmasıdır.
Katalogda yüzlerce nadide eser var. Güzelliği baş döndüren bu
eserlerin tamamını www.sotheby.com sayfasında görmek mümkün.
Bunlar belli ki malum yollarla elde edilmiş. Hemen hemen bütün
İslam memleketlerinden ve birçok İslam döneminden varlıklar
burada.
Önümüzdeki çarşamba günü satışa sunulacak bu
eserlerin azap duyacakları yerlere gitme ihtimali yüksektir. Bu
ihtimali bitirmek için bu çağrıyı yapıyoruz.
Müzayede kataloğundaki hazineden birkaç eseri
şöylece sıralayabiliriz:
-Çok seçkin hat üstadlarının el yazmasıyla birçok
müstesna Mushaf-ı şerifler/Kur’ân-ı kerimler.
-Delail ül Hayrat dua kitapları.
-3.
Murad Han’ın inanılmaz güzellikte bir tuğrası.
-4.
Mustafa Han’ın Beratı
-3.
Selim Han’ın Beratı.
-3.
Selim’in tablosu.
-2.
Mahmud Han’ın Fermanı.
-Mahmud Celaleddin Paşa’nın 1829 tarihli Hilye-i
Şerifi/Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- kelimelerle
tasviri.
-Vakıfnameler.
-Beyitler, kıt’alar.
-Çağatay Lehçesi’nin en büyük şairi Ali Şir
Nevai’nin Divanı.
-Şair Nizami’nin Hamsesi
-Hafız-ı Şirazi’nin Divanı.
Abdurrahman Cami’nin Yusuf ile
Züleyha’sı.
-Şahadetnameler
-Silsilenameler.
Kısacası Mushaf-ı şerifler, ferman ve beratlardan
başka el yazması altın varaklı onlarca kitap var.
Bunların dışında, minyatürlerden, çiniye,
muskalığa, usturlaba, aynalara, sürahilere, kılıçlara kadar burada
sayılması mümkün olmayan birkaç yüz adet antika eser.
Eserler, belli ki Osmanlı, Memluklu, Fas,
Türkmenistan, İran, Suriye gibi memleketlerden kaçırılmış veya
izinsiz olarak çıkartılmış.
Bu
katalogda ne varsa hepsi satın alınıp Türkiye’ye getirilsin
isteriz. Hiç olmazsa Mushaf-ı şeriflerle hat eserleri ve Osmanlı
dönemi eserler mutlaka satın alınıp getirilmeli. Bu da iki türlü
olabilir. Ya cebinde akrep olmayan birkaç “babayiğit” zengin el
birliğiyle satın alıp Topkapı Sarayı’na hediye ederler. Veya ve
muhakkak Kültür Bakanlığı bunları satın alıp esaretten
kurtarır.
Bütçe darlığı gibi hiçbir mazeretin burada yeri
yoktur ve dinlenmez. Büyük ve Kudretli Türkiye Cumhuriyeti bunu
yapacak güçtedir.
Aksi, kalbî burukluk meydana getirir.
*
İBN HALDUN
ÜNİVERSİTESİ
Dün
sabah, Sepetçiler Kasrı’nda İbn Haldun Üniversitesi’nin kahvaltılı
sohbet toplantısındaydık.
Azimli kadroların sevk ve idaresinde çok genç bir
eğitim ocağı. Önce Fatih Malta’lardan Columbia Üniversitesine kadar
uzanıp orada kazandığı ek donanımla tekrar vatana dönerek gençliğin
hizmetine başlayan rektör Prof. Dr. Recep Şentürk, üniversitesine
dair geniş bir açıklama yaptı. Anlattıklarını şöylece hülasa etmek
mümkün.
-Burası bir vakıf üniversitesidir. Bir sosyal
ilimler üniversitesi. Tıp, teknik ve fen gibi sahalarda fakülte
açmadık ve açmayı da düşünmüyoruz. Sınıflar 10 kişiliktir. Çok iyi
bir akademik kadromuz var. Liselerle işbirliği yapılarak buralarda
sosyal kulüpler açıyoruz. Yurt dışında şube faaliyeti başlattık.
Her talebenin Türkçe, Arapça, İngilizce öğrenip konuşabilmesi
mecburidir. Bu üniversiteyi tercih etmiş olan hiçbir öğrenci pişman
değildir. Üniversitemiz sosyal sahada dünya ile yarışı hedef
almıştır. Üniversitemizin sahibi olan vakıf, bir öğrenciyi bile
okutabilir küçük birçok vakıfcıklardan meydana gelmektedir. Hizmet
bağış esaslı dönmektedir.
Sn.
rektörden sonra mütevelli hey’et başkanı Prof. Dr. İrfan Gündüz
konuştu. Sn. Hoca, bir aksakal, bir bilge kişi. Konuşmasındaki
atıflar sohbete lezzet ve çeşni katmakta. Mesela İmam-ı Gazali’den
şu nakli ne kadar güzeldi: “Sadece mikroplar değil, hâller ve
huylar da bulaşıcıdır.” Necip Fazıl’ın şu sözü de aynı şekilde
kayda değerdi: “İlim, demokrat değil, aristokrattır; altyapı
ister.” Şu Arapça atasözü ise mükemmeldi: “İlmin kıymeti, mevzuu
ile mütenasiptir.” Taşı gediğine oturturken yaptığı nükteleri,
sohbete harç vazifesi görüyordu: “Sinek, pekmezciyi gözünden
tanır!” Üniversitenin Süleymaniye Külliyesinde de tedrisata
başladığını haber vermesi bizim için memnuniyet sebebi oldu.
Muvaffakiyetin zaman ve imkân şartından sonraki üçüncü şartı
mekândır. İbn Haldun gibi bir umran adamının ismini taşıyan bir
eğitim yuvası şehrin ortasında olmalıdır. İrfan Hoca’nın “ilmi
kıyafet” veya “ilmi simya” denen ilimden bahsetmesi de iyi oldu.
İlim konuşulunca gündem kazanır. Biz, bu ilmi Hukuk’ta
“kromonoloji” dersinde okumuştuk. İnsanları dış yapılarına,
fiziklerine göre tanımaktır ki Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri
Marifetname adlı eserinde bu ilmi etraflıca anlatır. Şöyle
diyelim:
-Evliya, insanın bâtınını, simya âlimi de zahirini
tanır.
Üniversiteden söz ettiğimiz bu vesileyle bütün
üniversitelerimize şu iki tavsiyede bulunacağız:
1-Sakın ola ki yerli-yersiz unvan kullanarak
akademik görgüsüzlüğe düşmeyin.
2-Mesleği taassup, işi ehline verme kabiliyetinizi
köreltmesin.
Aslolan, ilmiyle amil, ilmini yaşayan donanımlı
insandır.
Şu
iki Hoca’nın daha nice benzerleri gibi akademik etiketleri olsa ne
olur, olmasa ne olur?
Unutulmamalı ki biz, milletçe irfan sahibiyken,
emaneti ehline verirken yükselişteydik…