İş olarak avukatlık yapmadı ama
dava olarak Osmanlı Hanedanıyla Osmanlının haklarının sözünü
dudaktan, gözünü budaktan esirgemez müdafii oldu.
Resmî tarihi çürüten eserler ve
konferanslar verdi. Bu yüzden cezaevleri ve muhacir hayatları
yaşadı. Yine de hiçbir zaman, eğilmedi, inancından ve davasından
taviz vermedi.
Resmî ideoloji ve tarih “zafer”
derken o, Lozan’ın “hezimet” olduğunu dile getiren eseri yazdığında
daha otuzunda değildi. Sonrasında birçok hacimli kitaplar daha
yazdı. Dinine, tarihine, milliyetine, vatanına, has Türkçeye sıkı
sıkıya bağlı şahsiyetli ve haysiyetli bir kalemdi.
12 Mart Muhtırası olduğunda
İstanbul’da ikamet ederken “örfi idare kumandanı İrfan Özaydınlı”,
onu askerlerle kaçırtarak kendi sıkıyönetim merkezi Eskişehir’e
getirtip türlü işkenceler yaptırttı. Hadise tamamen kanunsuz ve
aynı zamanda tabii hukuk ilkesine de aykırı bir zorbalıktı.
Eskişehir’de nezaretteyken yaşadıklarını bizzat bize anlatmıştı.
Onların burada nakli mümkün değildir. 12 Eylül darbesinde de canını
yurt dışına çıkarak kurtarabildi. Bu sürgün senelerce
sürdü.
Kadir Mısıroğlu ve Sezai
Karakoç, Necip Fazıl, Osman Yüksel, Osman Turan gibi devriyle
hesaplaşan dava adamlarından sonra 1960 sonu ve 1970 başlarında
meydana çıkan ve onları takiben din, tarih, millî şuur ve millî
şahsiyet uğrunda yazan, konuşan ve Batı önünde doğrulan Anadolu ve
dünya Müslümanlığının hakkının peşindeki yeni nesil isimlerdi. Biri
kuzeydoğu Anadolu’da Akçaabat’tan, diğeri güneydoğu Anadolu’da
Ergani’den çıkagelmişlerdi. Bir devrin Kadir Abi” ve “Sezai
Abi”leriydi...