Mushaf-ı şerifin/Kur’ân-ı
kerimin İslam âlemindeki ilk matbaa baskısı 1801’de bugün
Rusya Federasyonu dâhilinde yer alan Kazan şehrinde
yapılmıştır.
Mushaf-ı şerifin bizdeki ilk
matbaa basımı Rumi takvimle 1291/1875 tarihidir. Matbu Mushaf-ı
şerif dönemine geçmenin zaman almasının sebebi, baskıda dönülmez
hata yapılma tehlikesidir. Hattatın yazdığında hata olunca sayfa
bıçak ucuyla kazınabilmekte veya dil ile yalanarak hatalı kısım
ortadan kaldırılıp doğrusu yazılabilmektedir. Matbu olanda hatalı
baskının okuyucuya ulaşmasından sonra her şey bitmektedir. Bu
sebeple matbaa Türkiye’ye 1727’de gelmiş ve birçok eserler bu
teknikle çıkmışken ilk Mushaf basımı bir buçuk asır sonra 1875’te
olmuştur.
1875’te Sultan Abdülaziz Han
tahttadır. Artık iş o hâle gelmiştir ki içeride aslına tam
sadakatle baskı yapılmadığı takdirde dışarıdan özensiz veya kasıtlı
baskılar türlü yollardan memlekete girebilecektir. Padişah, matbu
baskı hizmetiyle Mecelle müellifi, hukukçu, tarihçi ve eğitimci
büyük devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’yı vazifelendirir. Baskı
ustası Binbaşı Ali Efendi’dir. Baskıya için hattat Şekerzade Mehmed
Efendi’nin yazıp Ravza-i Nebi’ye -aleyhisselam- hediye ettiği
Kur’ân-ı kerim esas alınır. Hattat Hafız Osman üslubuna mensup
Mehmed Efendi, aynı zamanda hattat bir sülaleye mensuptur. Bu ilk
baskı, sonraki senelerde Millî Eğitim Basımevi adını alacak olan
Matbaa-i Amire’de yapılır.
Bu arada saltanatta değişiklikler
olur. Şimdi Padişah, Abdülhamid-i Sani’dir. Sultan, bütün
cepheleriyle vaziyetin farkındadır. Çözümü emin bir matbaacı
bularak halledeceği kanaatine varır. Bir müddet düşündükten sonra
aradığı ismi bulur. Bu kişi, çocukluk arkadaşı Hafız Osman Zeki
Efendi’dir. Aileden matbaacıdır. Ayrıca Yıldız Sarayı’nda Mabeyn
Başkâtipliği’ne/Saray Genel Sekreterliğine kadar yükselmiştir.
Sultan ve Halife-i Müslimin, Mushaf-ı şerif basma imtiyazını O’na
verecek ve bu işi özelleştirecektir.
Abdülhamid Han’ın mevzua dair
fikirleri yerine oturduktan sonra Hafız Osman Zeki Efendi’nin
huzura çıkartılmasını irade eder. Osman Zeki Efendi, gelince durumu
ve düşüncesini ifade ettikten sonra şöyle buyurur:
-Mushaf-ı şerifler basılırken
çıkan sahifeler, cüzler, cildler daima yükseğe konacaktır. Baskıdan
cildlemeye kadar her safhada herkes abdestli olacaktır. Sahifeler,
cüzler ve Mushaflar, abdestsiz tutulmayarak zinhar hürmette kusur
edilmeyecektir. Heladan çıkan işçilerin yeniden abdest aldıklarına
dikkat edilecektir. Ayrıca çalışanların ihtiyacı için bir hamam
yapılacaktır.
Halife-i Müslimin bunlardan sonra
Hafız Osman Zeki Efendi’ye bir de sual tevcih eder. Hat san’atı
araştırmacısı Prof. Uğur Derman’ın üstad hattat Necmeddin Okyay’dan
ve tarihçi Mustafa Armağan’ın da Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı
ismindeki kitabının ikinci cildinde yazmaktan başka ziyaretinde
bize de naklettiğine nazaran sual şudur:
-Mesai bittikten sonra yerleri
nasıl temizleyeceksiniz?
Osman Zeki Efendi, su döküp
süpürerek temizleyeceklerini arz eder.
Padişah:
-Olmaz! der, o zaman Mushaf
tozları, kâğıt kırpıntıları, cildlemede kullanılan malzeme
artıkları, her türlü atığın aktığı arka gider. Bu mümkün değil!
Onun için denize dökülen yeni bir su yolu yapacaksın!
Böylece 1878’de devrin ileri
teknolojisiyle Matbaa-i Osmani adındaki ilk özel matbaamız kurulur.
Bu matbaa 1884’te Çemberlitaş’ın karşısında yer alan ve bugün
Darüşşafaka Cemiyetine ait olan sinemaların bulunduğu yere taşınır.
Bu matbaa iki katlıdır. Buharla çalışan 18 makine Müslümanlara
Mushaf-ı şerif yetiştirmek için harıl harıl
işlemektedir.
Hafız Osman Zeki Edendi,
baskılarda gereken azami dikkati gösterdiği gibi tashih/düzeltme
işinde de âlimler çalışmaktadır.
1899’da ise 1983’te adı, Diyanet
İşleri Başkanlığı Mushafları İnceleme Kurulu olacak olan Meclis-i
Huffaz/Hafızlar Meclisi kurulur.
Din adamı kılığındaki Masonlar,
buna rağmen zaman zaman Mushafları tahribe yeltenirler. Bu bozuk
nüshalar derhal imha edilir. Muhalifleri, 1909’dan sonra hal
edilmiş Halifeye “Kur’ânı ve dînî kitapları yaktırdı” diye iftira
atsalar da bu yalanlar, zamanı yalayıp geçecektir.
Sultan, çocukluk arkadaşına
kazanacağı parayla kendisine bir konak yaptırmasını tavsiye ettiği
gibi hayır hasenat telkininde de bulunur. Bugün Şişli’deki Osmanbey
muhiti, konağı orada bulunduğu için merhum matbaacımızın
ismini taşımaktadır.
Anlaşıldığı gibi, Osmanlı
Devleti, Osman Gazi’nin Kur’ân-ı kerime hürmetiyle doğmuş ve
Abdülhamid Han’ın Kur’ânı kerime hürmetiyle ayakta kalmış ve bu
hürmetle sonraki zaferler kazanılmıştır.
Eğitim Vizyonu derken akıllı
tahta, bedava kitap, spor salonu gibi maddi iyileştirmeler
düşünülüp de kalbimizin mayası bu hürmet ihmal edilirse saatler,
lehimize işlemez Usul-erkân bilenler boşuna
dememişler:
-Edeb ya-hu!..