Kütahyalı Rahimî Divanı...
Böyle bir eserin varlığından bir hafta öncesine kadar ne yazık ki
haberdar değildik. Haberdar olunca da “adaşlık hakkı var!” diyerek
hemen temin ettik.
Büyük boy bir şiir
kitabı.
Eserin naşiri Prof. Ahmet
Mermer, Kütahyalı Rahimi’nin mahalli bir divan şairi olduğunu ifade
etmekte ise de biz, yazdıklarını okuduktan sonra bu kanaati
kabullenemedik. Naşirin/editörün verdiği şu malumat ise son
derecede düşündürücüdür:
Hoca, eserden haberdar olunca
aramaya koyulmuş. Millî Kütüphane ile Süleymaniye Kütüphanesinde
birer nüshaya ulaşmış. Ancak ne kadar hazindir ki bu iki nüsha da
eksikmiş. Ahmet Mermer’in ifadesiyle “tam ve mükemmel nüshayı
“British Museum”da bulmuş.
İsmi geçen divan şairi, 16.
asırda garbi Anadolu’nun Kütahiyye nam bir beldesinde yaşamış ve
herhâlde o günkü şartlarda eseri cüz’i miktarda basılmış bir
Osmanlı Türküdür.
Bu ceddimizin bu eserini, bir
üniversite araştırmacımızın Türkiye’nin iki büyük kütüphanesinde
bulamayıp da Londra’da bulması hepimizin ayıbı değil
midir?
Demek oluyor ki bir devlet
büyük oluyorsa sadece pazu gücüyle değil, aynı zamanda beyin
gücüyle de olmakta. Hâlbuki bizde pazu, beyin ve gönül gücü
denklemi vardı.
Her şeyi işte o denklemi
bozduktan sonra kaybettik. Yabancılar, sadece imparatorluk
coğrafyamızın bir kasabasındaki arkeolojik bir mirası değil, bir
ilimizde asırlar evvel kaleme alınmış bir şiir kitabını da bulup
götürmüşler. Telaffuzu acıdır ama eğer böyle olmasaydı bugün Ahmet
Mermer’in elinde mikrofilm ve bizim elimizde de koca bir divan
olmayacaktı.
Kütahyalı Rahimi’den başka bir
de Bursalı Rahimi varmış. O da ayrı bahis. Şu kadarını söyleyelim
ki bu isimler bugüne dek yaygın biçimde bilinmediyse edebiyat
fakültelerimiz kendilerini sorgulasınlar.
Yeri gelmişken şunu da sizlerle
paylaşmak isteriz. Washington DC’deki Kongre Kütüphanesine rahat
girip çıkabilmek maksadıyla üyelik için müracaat ettiğimizde
işlemimiz için nasıl koşturduklarını bugün takdirle hatırlıyoruz.
Kongre Kütüphanesinde 470 dilde 29 milyondan fazla kitap, 58 milyon
el yazması, büyük bir nadir kitap koleksiyonu 1 milyon gazete, 500
bin mikrofilm vs vs mevcut. Tabii orada “Yıldız Sarayı yağması”
yaşanmadı.
Bir gün Delawere’de Amerikan
üniversitelerinden birinde tarih hocası olan bir Türk prof.la aynı
Türk evinde misafirdik. Sohbet ederken şunu sormuştuk:
-Osmanlı için Amerika’da bir
yılda çıkan kitap makale ve araştırmanın Türkiye’de yayınlananlara
nispeti nedir?
Cevap şu oldu:
-Bizdekinden en az on kat
fazla!
Neden olmasın ki?
Yargıtay Başkanı İsmail Hakkı
Cirit’in adli yıl açış konuşmasında Hadis-i şerif okuyup Mecelle ve
ilk Mahkeme-i Temyiz reisi Ahmed Cevdet Paşa’dan söz etmesini haber
yapan gazete aynı zamanda dudak büken bir üslupla o haberi
veriyordu.
Öyle ise ecdadımızın
eserlerinin yabancı müze ve kütüphanelerde olması
yadırganmasın.
Bugün düşmanımsı sayılan
Amerika’da Kongre’nin senato kısmında kanun yapan ve çıkarttığı
kanuna riayet eden bir devlet adamı olmakla Kanuni Sultan
Süleyman’ın da duvarda kabartma portresi vardır.
ABD’de lise mezunları, hukuk ve
tıp fakültelerine doğrudan giremezler. Önce üç yıllık bir fakülte
bitirmeleri gerekir.
Yargıtay Başkanı bu yılki açış
konuşmasında “hukuk fakülteleri kaliteli mezun vermezse hangi
sistemi getirirsek getirelim başarılı olamayız” dedi. Bu çok doğru.
Bundan da doğru olansa kürsü, ehline verilmediğinde bunun felakete
yol açacağı haberidir. Nitekim İstiklal Mahkemeleriyle darbe
mahkemeleri bu iddianın yığınla örneğiyle doludur.
Yargıtay Başkanı’nın hukuk
fakültelerinin 5 yıla çıkartılmasına dair YÖK’e müracaat etmesini
isabetli bulmakla birlikte eksik görüyoruz. Çare; Hukuk Liselerinin
açılmasıdır. Bu fikri sebep ve gerekçeleriyle birlikte dün uzunca
yazmıştık.
Adalet Bakanlığının
çalışmaları, Yargıtay’ın gayretleri, TBB’nin adaletin ve adaletin
bir parçası olan avukatların mes’elelerine dair Bakanlığa ortak
çalışma teklifi ve biz kalem ve kelam sahiplerinin bunları ve
teklif ve görüşlerimizi umumi efkârla paylaşmamız adalet
geleceğimiz için hayırlara vesile olacaktır
ümidindeyiz.
Bir davanın vaktinde bitmesi
arzu edilendir. Lakin davanın vaktinde bitmesi tek başına adaleti
temin etmez.
Her şey insana
dayanıyor.
Hâkim, savcı, avukat ve adli
memurlar, layıkıyla yetişip işinin ehli olmalıdır.
Bir hukukçu, güzel Türkçe
konuşup yazabilmeli, Osmanlı Türkçesi, Arapça, bir Batı dili veya
Latinceyi bilmelidir.
Adalet, Turgut Özal’ın
tabiriyle “vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışan hâkim” ve vicdanını
ideolojiye kiralamış hâkim ve savcı ve büro kirasını ödeyemeyen
avukat ile gerçekleşmez.
Kültür, ilim, irfan seviyesi
düşük hukukçularla hiç gerçekleşmez.