2 Ekim 2018 Cuma günü saat
13’te Suudi Arabistan’ın Levent’teki Başkonsolosluğuna giren Suudi
Arabistanlı muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı, sır oldu. Hani “yer
yarıldı da içine girdi” denir ya o misal.
Şimdilik olayın içinde Cemal
Kaşıkçı, 13 diplomatik korsan, Suudi Başkonsolos, iki uçak ve
camları siyah filmle kaplanmış siyah bir minibüs ve şahit olarak da
kayıp şahsın nişanlısı Hatice Cengiz vardır.
Washington Post’ta sütunu olan
Adnan Kaşıkçı, belirttiğimiz tarihte adı geçen konsolosluğa hâlen
evli olmadığına dair bir evrak için gelmişti. Bu evrakı, ilgili
Türk makamına verecekti.
Bu, O’nun Başkonsolosluğa
ikinci gelişidir. Önceki gelişi bir hafta öncedir. Belli ki bir
hafta önce “ülkemiz resmî mercilerine soracağız. 2 Ekim Cuma günü
yeniden gel” denmiştir. Bu denmiş ve yine belli ki Suudi
istihbaratına Kral’la rejimi yere vuran yazıların sahibinin, tayin
edilen günde konsolosluğa geleceği haberi verilmiştir.
Yine belli ki Adnan Kaşıkçı’nın
konsolosluğa geldiği saatte iki uçakla BAE, Mısır ve Riyad
havaalanlarını kullanıp dönüşte yine aynı dolambaçlı rotadan Suudi
Arabistan’ın başşehri Riyad’a giden 13 diplomatik korsan da
bulunmaktadır.
Bir kere daha tekrarlamak
gerekirse kayıp şahıs, 13’ü az geçe içeri girmiştir. İçeri girerken
kaygılıdır. Telefonunu ve başına bir hâl gelirse kimleri
arayacağına dair bilgiyi nişanlısına vermiştir. Kapıdaki kadın,
16.40’a kadar beklemesine rağmen gelen-giden olmayınca Yasin
Aktay’ı aramış ve vak’a böylece işitilip dünya gündemine
oturmuştur.
Adı geçen şahsın öldürüldüğü
veya kaçırıldığı net olarak bilinmemektedir. Olay 2 Ekim’de
yaşanmış, Suudi Arabistan, Türk resmî görevlilerinin konsolosluğa
girip arama yapmalarına 9 Ekim günü yani bir hafta sonra muvafakat
etmiştir.
Polis, savcı ve
istihbaratımızın konsoloslukta bir şey bulabileceğini sanmıyoruz.
Burada “izin” kelimesini bilhassa kullanmıyoruz. Bu durumlarda
“muvafakat” denir. Verilen muvafakat, binanın aranmasına dairdir.
Herhâlde Başkonsolos ve diğer çalışanların sorgulaması yapılmaz.
Yapılırsa ardından müeyyide gelebilir.
Başkonsolosluk araştırması ve o
iki özel jetin hava güzergâhları, İstanbul’da kalış ve
ayrılışlarıyla Başkonsolosluktan çıkan siyah minibüs ve daha ne
varsa tahkik edilecektir.
İki ihtimal vardır. Biri ve
güçlü olanı, Adnan Kaşıkçı’nın öldürülmüş olması ve diğeri de
kaçırılmasıdır.
Diğer araştırılacak olan taraf,
bu diplomatik korsanlığın maksadıdır:
Kaçırma veya öldürmeden maksat
yalnızca bir muhalif kalemi susturmak değildir. Bununla diğer
muhaliflere de “ibret alın” gözdağı verilmektedir. Ayrıca o 13
diplomatik korsanla onlara yardım ve yataklık yapanların da ortaya
çıkartılması gerekmektedir. Bunlar, acaba yalnızca Suudi
istihbaratçılar mıdır, yoksa işin içinde 15 Temmuz Darbe
Teşebbüsünün finansörlerinden Birleşik Arap Emirlikleriyle Mısır da
var mı? Dahası MOSSAD ve CIA olaya dâhil mi? Eğer; bunlar da
mevcutsa şüpheli noktalar arası irtibatı kurmak
gerekir:
Olay, terör destekçiliğinden
yargılanan papaz Brunson’ın mahkeme huzuruna çıkacağı 12 Ekim’den
10 gün önce işlenmiştir. Bu ihtimalde Ankara’ya mesaj vardır:
“İstediğimiz zaman gelir, istediğimiz şehrinizden istediğimiz
kişiyi alırız?”
Bir mesaj da Riyad’a
verilmektedir. Donald Trump’ın, Kral’a “desteğimiz olmasa tahtta 15
gün bile kalamazsın!” demesinden bir hafta sonra bu hadise
yaşanmıştır. Böylece “muhaliflerini biz, susturabiliriz. Bizimle ve
İsrail’le iyi geçin!” denmiş oluyor. Washington Post’ta yazdırıp
günü gelince ortadan kaldırma tezgâhını gözden
kaçırmamalı.
Bir zamanlama çakışması da ABD
ile Türkiye arasında yaşanan ekonomik çatışmadır.
Konsoloslukta insan öldürülmesi
veya kaçırılması tarihte başkaca yaşanmış mıdır? Bilmiyoruz.
Bildiğimiz bir şey var ki o da bu diplomatik korsanlığın aynı
zamanda Türkiye’ye karşı bir itibarsızlaştırma ve gözdağı
olduğudur. Ankara, işi çok ciddiye alıp, çok sıkı tutmalıdır.
Senaryonun devamı da gelebilir.
Su uyur, düşman
uyumaz!