Olay, yüreği olan herkesi
derinden sarstı:
-Hani biz, dağda kalmış aç
kurtları doyuran vakıflar kurmuş bir medeniyetin
mensuplarıydık?
-Hani biz, dünyada ilk defa
olarak yaşlı ve düşkünlere bakan Darülaceze’yi kurmuş bir
devlettik?
Hani biz... diye başlayan
cümleleri devam ettirirsek bu sütun, baştan başa dolar fakat yine
yetmez.
Evet; mutlak
doğrudur:
-Dedelerimiz, yediği üzümün
bedelini de asma kütüğünün dibine bırakıyordu,
-Hırsızlık-uğursuzluk olmadığı
için kapılar kilitlenmezdi,
-Kervansaraylar, yolcularla
hayvanlarına parasız hizmet verirdi,
-Hizmetçi kızların kırdığı
eşyanın zararını telafi eden vakıflar vardı vs. vs...
Dedelerimiz, ninelerimiz
zamanında kişi başına millî gelir hesabı yoktu, bankalarda döviz
hesabı da yoktu, zaten banka yoktu, kişi başına millî gelir diye
bir kavram bilinmezdi, 46 katlı evler tahayyül edilemezdi, ne bu
kadar hekim, ne bu kadar hastane, ne bu kadar polis vardı. Ama
onlar başka şeyleri çok iyi bilirlerdi. Kişi başına millî terbiye,
kişi başına millî fazilet, kişi başına millî fedakârlık ve
benzerleri. Onlar, kuru ekmeği sade suya batırıp yemeyi bile şükür
sebebi sayarlardı. Onlar, Allah’ın kullarına hizmeti ibadet
bilirlerdi.
Bugün bir de bakıyoruz ki
kalkındık sanırken meğerse manada küçülmüşüz:
24 Temmuz 2018 günü Karadeniz
vilayetlerimizden birinde yaşanan elem verici bir vak’a 80 küsur
milyonun yüzüne tutulmuş bir aynadır.
Kısa süre önce küçük çocukların
başına gelenler sebebiyle utandıran bir dev aynasıyla
karşılaşmıştık. Bu defaysa 82, hatta Hicri Takvim’le 84 yaşındaki
bir ihtiyarın ölümüyle toplum olarak yine utandıran bir aynayla
karşılaştık:
Yusuf Topal, 82 yaşındadır. Eşi
Fatma Nine’nin yaşı da kocasınınkine yakındır. Ancak Fatma Topal,
kronik hastadır, ayrıca yürüme zorluğu çekmektedir. Bu arada
ilaçları bitmiştir. Kocası, hem ilaç almak ve hem de “evde bakım”
kararını görüşmek için Aile Sağlık Ocağı”na gider, Zevcesinin
hâlini anlatır. “Aile Hekimi” hasta gelmediği için reçete
yazmaz.
Yaşlı adam, vaziyeti anlatmaya
çalışır; fakat doktor inat eder. Bunun üzerine hasta sahibi,
zıvanadan çıkar. Doktor, “beyaz alarm” koduyla polis
çağırır.
Hâlbuki o doktor, mahallenin ve
tabiatıyla Topal ailesinin de hekimidir. Kalkıp hastanın evine
gideceğine sonu ölümle biten olaylar zincirini
tetiklemiştir.
İki polis gelir. Bu sırada 82
yaşındaki dedede, hem temmuz sıcağı ve hem de yaşadıklarından
dolayı asabiyet zirve yapmıştır. Polisler, müdahale etmek isterler.
Mukavemet eder. Görenlerin nakline göre polis, o yaştaki adamın
yüzüne tokatla vurup yere düşürür, biber gazı sıkar ve ters kelepçe
takarlar. Adam, kalp krizi geçirir ve ruhunu hastanede teslim
eder.
Şimdi Fatma Nine daha da yalnız
olmalı.
Kocasını kaybettiği de
muhtemelen kendisine söylenmemiştir Bundan dolayıdır ki ikide bir
“bizimki niye gelmedi?” diye soruyordur.
Bu berbat vak’a üzerine valilik
polisleri, il sağlık müdürlüğü de doktoru açığa aldı.
İçişleri ve sağlık bakanları da
aileyi aramışlar. Savcılık, soruşturma başlatmış.
Ne var ki bunların hiçbiri,
yaşanan bu utancı hafifletmeyecektir. Bir insanın belki tahrikle
fakat taksirle ölümüne sebep olunmuştur.
Buna sebep olanlar, sadece
olaya karışanlar değildir. Suçlu da bu 3 kişiden ibaret değildir.
Kısa aralıklarla meydana gelen çocuk cinayetleri ve bu yaşlı insan
faciası, bir sosyolojik çürümeyi ve ahlaki çöküşü
göstermektedir.
Bu kötü gidişi bertaraf etmek
için eğitimin millî olması şarttır. Tabelada “millî” yazmakla millî
olunmaz. O binlerce vakfı kuranlar, “Hipokrat Yemini” etmiyorlardı.
Zaten ulu orta yemin de etmezlerdi. Şart olunca Allah üzerine yemin
ederlerdi. Onları Merhamet Medeniyeti, Vahiy Medeniyeti
yetiştiriyordu. Bilinir mi ki o günkü İstanbul’un yüzde 65’i
vakıftı.
Nereden, nereye?
Bu nasıl bir gerilemedir, bu ne
merhametsizlik ve bencilliktir ya Rabbi?