Referandumdan “evet” çıktı, ama ezici bir çoğunlukla değil.
Neredeyse kıl payıyla, yürekleri ağza getirerek, ümitle ümitsizlik
arasında götürüp getirerek. Ama çıktı, sonuç itibariyle millet
partili cumhurbaşkanlığına tartışmasız şekilde onay verdi, fakat
kimsenin mutluluktan havalara uçmayacağı, kimsenin de mutsuzluktan
depresyona girmeyeceği şekilde.. Elbette bu CHP ve benzerlerinin
sittin sene görmediği, sittin sene de görmeyeceğini düşündüğüm bir
rakam, yine de evetçilerde bir burukluk oluştu, zira karşımızda
sadece kendi başarısıyla yarışan, kendi koyduğu çıtayı aşmayı
hedefleyen bir lider var ve bu çıtaya göre, beklenen “evet” oranı
bu değildi. Peki, bu manzara önümüze nasıl çıktı ve alınması
gereken dersler neydi?
1-AK PARTİ SORUNU: Seçim akşamından itibaren pek çok analiz MHP
desteğinin, “Evet” oylarına en fazla 3 ya da 4 puanlık bir katkı
yaptığı kabulüyle yola çıkıyor. Oysa bu ölçülmüş bir veri değil ve
doğru bir yaklaşım olmayabilir, ikincisi bu bakış AK Parti
konusundaki realiteyi de görmemizi engellemekte. Nitekim AK
Parti'de ciddi bir kopuş olmasaydı, üç büyük ilden “hayır” çıkmaz;
AK Parti'nin kalesi sayılan ilçelerden Fatih'te evet-hayır oranları
başa baş gitmez, Üsküdar'da evet oyları yüzde 47'de kalmazdı. Hemen
tüm analizcilerin teslim ettiği gibi referandumda “evet”e akan
oylar Erdoğan'ın karizmatik liderliğine verildi, AK Parti'ye değil.
Bu bir dersti ve partinin (teşkilatlara toptan haksızlık etmek
istemem, çalışan vardır, çalışmayan vardır) içinde bazı sorunların
olduğunun göstergesiydi. Bunu değerlendirmesi, sorunu çözmesi
gereken de yönetimdir.