Görünen o ki, Türkiye dış ilişkilerinde, hem eksen hem de bakış
açısı itibariyle bir değişikliğe gidiyor. Gitmek istemese bile
sanki şartlar tarafından buna zorlanıyor. Zira, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti'nin 2000'li yıllara kadar strateji adına dış politikada
yürüttüğü ne varsa geçersizleşti, geçersizleşiyor. “Yurtta Sulh
Cihanda Sulh” düsturu, “Hazır ol cenge, ister isen sulh-u salah”
gerek-şartıyla revize edildi bile…
Sulh yani barış ilkesi, küresel güçlerin Ortadoğu'daki uydusu ve
meşrulaştırıcısı olarak anlaşıldığından, pasifliğe
dönüştürüldüğünden bu yana, zaten işlevsizdi. Ama bizim için artık
mücadelenin de anlamı değişiyor. PKK'sından DAEŞ'ine cümle terör
örgütü Türkiye'ye topyekün savaş ilan edince; adamların
sınırlarımız içinde kendilerini patlatmalarını beklemeden “inlerine
girip” müdahale etmeyi sağlayan önleyici savaş doktrinine geçildi,
Türk ordusu Fırat Kalkanı adlı ilk büyük sınır dışı operasyonunu
başarıyla yerine getirdi bile. Aslında, pasiflikten aktifliğe
geçiş, sulhü savaşla bulmaya yöneliş, şiddeti sınır dışında çözmeyi
akıl ediş biraz da şartlardan kaynaklanıyor yani…