Bu gidişle benim makamın adı “Tersi/Yüzü” değil de “Yeni Havaalanı’ndan Şikâyet Masası” olacak. O kadar çok şikâyet yazısı geliyor. Kuşkusuz öyküsü olanlar ilgimi çekiyor. Nedense herkes adının gizli kalmasını istiyor. Nihayet adını sakınmayan bir babayiğit çıktı: Değerli dostum, büyük ressam Muzaffer Akyol. Muzaffer’den başlayalım:
***
“Saygın dostum Özdemir
abim,
Bugünkü Cumhuriyet gazetesindeki makalenizi
okudum. Çok efkârlandım ve duygulandım. ‘Yeni
havalimanı’ sefaletini acı çekerek yaşayanlardan
biri olarak size teşekkür ederim.
9 Nisan günü İzmir’e gitmek için havalimanına gittim.
Bekleme alanından uçağa binmek için yola çıktık.
Git git yol bitmiyor: On dakika, yirmi dakika,
otuz dakika hâlâ bilet kontrol sahasına giremedik. Bu
arada yolcuların homurtuları, öfkeleri ürkek ve
korkak sesleri çıkmaya başladı.
Üniformalı görevliye ‘Beyim ne kadar daha yolumuz var’
dedim. ‘Şuradan sağa dön kapıdan gir karşı koridordan
aşağıya in, sonra soldan yürü, merdivenlerden in mavi kapıdan
tekrar merdivenlerden inin bilet kontrol alanını göreceksiniz’
dedi. ‘Beyim ben 73 yaşındayım, ayaklarımın dermanı
kesildi, yürüyecek mecalim yok” dedim. ‘Size bir sandalye
bulayım’ dedi. ‘İstemez sağ ol evlat’ dedim. İşte tam
bu sırada yaşlı, ak sakallı bir erkek ve yaşlı
bir hanımın (87 yaşında olduğunu öğrendim) yürüme
alanında yere çöktüklerine tanık oldum. Görevli
memur, ‘Yardım edeyim dede’ dedi. Dedenin
yanıtı ‘zulmünüz batsın’ oldu.
Yola devam ettim ve kontrollerden geçtik uçağa bindik.
Bir müddet sonra uçak haraketlendi. Yerde dönmeye
başladı. Git baba git, git baba git. On dakika,
yirmi dakika, otuz dakika hâlâ tekerlekler yerde. Bu
devasa alanın içinde sütçü beygiri misali dönüp
durduk derken yolculardan biri ‘bu eziyet değil de
nedir’ dedi.
Evet bu eziyet değilde nedir...
Saygılarımla... Muzaffer Akyol”
***
“Sayın İnce,
Sizin, yeni havaalanı ile ilgili bugünkü ve
bir önceki yazınızı okudum. Küçük bir katkı için
bir gözlemimi paylaşmak istedim.
Nisan’ın 14’ünde torunumu yolcu etmek için iç
hatlardayım. Affedersiniz tuvalete gitmek
durumunda kaldım. Sabah saat 9.00. Yaklaşık 50 m
ötedekine gittim, üç kabin var, kapıda da kuyruk.
Sordum, görevliye, en yakındaki ikincisine (60-70 m)
yönlendirdi. Orada da 4 kabin var, ama dolu. En yakın
üçüncüsüne gittim (yaklaşık 50 m), 4 kabin var;
orası da dolu! Pes dedim, ama bekledim. Bir az
sonra bir vatandaş lavaboda ayak yıkamaya kalktı
(abdest zamanı da değil!), görevli (ortalık
görevli kaynıyor!) uyardı, gitmesi gereken yere gitti
sanırım. Bu bir!
Görevliye kabinde tuvalet kâğıdı olmadığını
söyledim. Başka bir yerden getirmeye gitti. Bu
ikincisi.
Lavabodan çıkarken kapıya yöneldim elimi kurutmak için
bir de ne göreyim kurutucu makineler ters
tarafta. Fotoğraftaki gibi. Bu üçüncüsü.
Kabin kapı kilit mekanizmalarının şimdiden
laçkalaşmasını hayretle gördüm. Bu da dördüncüsü!
Bu daha başlangıç diye düşündüm. Kim bilir, daha
neler göreceğiz…
Özet olarak artık kullanılmayacak olan Atatürk
Havaalanı, bana göre, yenisine 10 basar, tabir
caizse!
Bu nasıl tasarım, bu nasıl gerçekleşim, bu nasıl
işletim böyle. Yazıklar olsun!
Umarım yetkililer sizin ve ilgili diğer yazıları takip
ediyordur.
Amacımız eldeki olanaklarla hataların düzeltilmesine
katkı vermek. Yani, üzüm yemek, bağcı dövmek
değil… Lütfen ismim sizde gizli kalsın. Teşekkür
ve saygılarımla”
***