Cevap: Konu ile alakalı olarak
Riyâd-un-nâsıhîn kitabında deniyor ki:
“Hazret-i Ali naklediyor:
Resûlullah efendimiz veda haccında buyurdu
ki: (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını
vermeyenlerin, namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı
yoktur.) Yani, zekât vermeyi vazife bilmez, farz
olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günaha girdiğini
bilmezse, imanı gider. Senelerle zekât vermeyenlerin zekât borçları
birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, Müslümanların
hakkını hatırına bile getirmezler. Böyle kimseler, Müslüman olarak
tanınır. Fakat bunlardan, imanını kurtaran pek nadir olur. Zekât
vermek, Kur’ân-ı kerimin otuziki yerinde, namazla birlikte
emredilmektedir. Tevbe sûresi, 34. âyet-i kerimesi, böyle kimseler
için olup, burada mealen; (Malı, parayı biriktirip
zekâtını, Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azabı
müjdele!) buyurulmaktadır. Bu azabı, bundan sonraki
âyet-i kerime bildirmekte olup, mealen; (Zekâtı
verilmeyen mallar, paralar, Cehennem ateşinde kızdırılıp,
sahiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi
bastırılacaktır) buyurulmuştur.”
İmâm-ı Gazâlî hazretleri de
buyuruyor ki: