İtimad-i nefs, yani
kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan bir
şeydir.
Sual: Bazı din adamı
kılığındaki reformistler; “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına
inandıkları için çalışmayı lüzumlu görmezler. Nefsine güvenmek ise,
insana hayat için mücadele kuvveti verir. Yaşamak istiyorsak,
kendimizde itimad-ı nefs hasıl edelim” diyorlar. Bunların bu
sözlerinin gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Birinci Cihan
Harbinde böyle ateşli itimad-ı nefs dersleri fazlası ile
verilmiş ve ne büyük belalara çarpıldığı da görülmüştür. Nefse
güvenmek böyle deli gibi saldırmalara sebep olmuştur. Birinci Cihan
Harbinde nefse güvenmek yerine, Allaha tevekkül hakim olsa idi, o
hareketlerden, makul ve meşru olan ince noktalardan hiçbiri ihmal
edilmezdi. Çünkü, Allaha tevekkül etmek için, İslamiyete uymak
lazımdır. Bu da, bütün ince noktalara ehemmiyet verdirir.
İslamiyet, hem çalışmayı, hem de tevekkülü birlikte emretmektedir.
Tembel oturup da, tevekkül ediyoruz diyenler, bu iki vazifeden
birini yapmayan kimselerdir. Çünkü, İslamiyetin iki emrinden
birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bunları kötüleyen
reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle,
kötüledikleri kimseler gibi kusurlu oluyorlar. Bunların hatası,
çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Çünkü biz, elimizden
geldiği kadar çalıştıktan sonra, Allaha tevekkül ederek, işimizin
karşılığını Allahtan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz gibi,
çalışırken bile nefsimize o kuvveti veren Allahı unutmayarak asıl
tükenmez ve yenilmez kuvvetin Allahı unutmamakta olduğunu
düşünerek, ondan yardım beklemek üzere ikinci bir tevekküle
muhtacız.
(Allah size yardım
ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım
edemez. O hâlde, müminler Allaha tevekkül
etsinler!)
(Sevgili Peygamberim!
Onlara de ki, Allahü teâlâ dilemedikçe, kendime hiçbir fayda ve
zarar getirmeye kadir değilim) meâlindeki âyet-i
kerimeler ve daha nice benzerleri var iken, tevekkülü kaldırarak
itimad-i nefs diye bir şey aramak, dine yardım ettiklerini
söyleyenlere yakışır mı? Bunlar, biz tevekkülün yanlış
anlaşılmasına karşı, bunu istiyoruz da, diyemezler. Çünkü, itimad-i
nefs, yani kendine güvenmek, tevekkülün tersi ve tevekkülü bozan
bir şeydir. Bundan başka, egoistliğe, kendini beğenmeye yol
açar.
Sual: Bazı din adamı
kılığındaki reformistler; “Müslümanlar, rızkın ezelde ayrıldığına
inandıkları için çalışmayı lüzumlu görmezler. Nefsine güvenmek ise,
insana hayat için mücadele kuvveti verir. Yaşamak istiyorsak,
kendimizde itimad-ı nefs hasıl edelim” diyorlar. Bunların bu
sözlerinin gerçeklik payı var mıdır?
Cevap: Birinci Cihan
Harbinde böyle ateşli itimad-ı nefs dersleri fazlası ile
verilmiş ve ne büyük belalara çarpıldığı da görülmüştür. Nefse
güvenmek böyle deli gibi saldırmalara sebep olmuştur. Birinci Cihan
Harbinde nefse güvenmek yerine, Allaha tevekkül hakim olsa idi, o
hareketlerden, makul ve meşru olan ince noktalardan hiçbiri ihmal
edilmezdi. Çünkü, Allaha tevekkül etmek için, İslamiyete uymak
lazımdır. Bu da, bütün ince noktalara ehemmiyet verdirir.
İslamiyet, hem çalışmayı, hem de tevekkülü birlikte emretmektedir.
Tembel oturup da, tevekkül ediyoruz diyenler, bu iki vazifeden
birini yapmayan kimselerdir. Çünkü, İslamiyetin iki emrinden
birincisini yapıyor, ikincisini yapmıyorlar. Bunları kötüleyen
reformcular da, birinci vazifeyi bırakıp, ikincisini istemekle,
kötüledikleri kimseler gibi kusurlu oluyorlar. Bunların hatası,
çalışmayanların hatasından daha büyük oluyor. Çünkü biz, elimizden
geldiği kadar çalıştıktan sonra, Allaha tevekkül ederek, işimizin
karşılığını Allahtan beklemek ihtiyacında bulunduğumuz gibi,
çalışırken bile nefsimize o kuvveti veren Allahı unutmayarak asıl
tükenmez ve yenilmez kuvvetin Allahı unutmamakta olduğunu
düşünerek, ondan yardım beklemek üzere ikinci bir tevekküle
muhtacız.