“Güçler ayrılığı”nın geçmişi taaa 2000 yıl öncesine kadar
gidiyor. Yani Antik Yunan’a ve sonra da Roma İmparatorluğu’na.
İngiliz krallarının yetkilerinin kısıtlanmasını geçelim,
1700’lerden itibaren Aydınlanma çağında, yönetimerk meselesi,
düşünce-siyaset tarihinde vücut buldu.
Montesquieu dedi ki: “Kuvvetin
kötüye kullanılmaması için, tabiatı gereği,kuvvet kuvveti
durdurmalıdır.”
1789 İnsanlık ve Yurttaş Hakları
Bildirgesi: “Hakların güven altına alınmadığı
ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun
anayasası yoktur.”
“Çare Başkanlık mı?” kitabından okuyorum
(Palme Yayıncılık). “Ortak akıl arayışına” çıkmış
Avukat Ece
Güner Toprak.. Aktarmayı
sürdürüyor: “Bir kişiye sınırsız güç verilirse insan
doğası gereği bu güç zamanla hatalara yol açar veya
istismar edilir, kişisel menfaatler
çerçevesinde kullanılır. Mutlak gücü farklı güçler ile
sınırlamak gerekir. Ortak akıl olursa bu, bizim,
vatandaşlarınlehine olur...”
ABD’de Başkan, erkler yönetiminin “koordinatörü”dür adeta!
Ruhunda var olan şudur: “Sakın başımıza her konuda karar
veren bir kral veya hükümdar gelmesin.” Anayasanın
ruhunda “adalet ve özgürlüğün nimetlerini her
vatandaş için sağlamak” yatar.
Tek adama yetki, geriye gidiştir
Osmanlı ve Türkiye tarihinde de ana çizgi 200 yıldır bu gelişmeye
uygundur. “1924 Anayasası’na göre Türk
milletini ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi temsil eder.
Millet adına egemenliği kullanır. Her zaman hükümetleri
denetler,isterse düşürür. Hükümetlerin Meclis’i feshetme
yetkisi yoktur.”
Dayatılan referandum ise bu yetkiyi tek adama vermektedir, Meclis’i
feshetme yetkisi ile birlikte... Tek adam seçilecek, o her şeyi
belirleyecek. Sayısız başkan yardımcısıyla birlikte! Milletin
seçmediği atanmış kişiler! Milletin seçtiği milletvekillerinden ise
tek kişi orada olamayacak.. Meclis’e hesap vermeleri söz konusu
değildir. Düşünün, millet tek kişiyi seçecek, o da tüm yönetim
kademelerini, tüm üst bürokrasiyi, neredeyse tüm
yargıyı...
Nerede bu yağma! Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde böyle yetkiler
kimseye verilmedi.