“-Komedyenler neden banka ve GSM operatör reklamlarında oynuyor,
hem güldürelim hem soyalım...”
...
“-Playstation 4’ü tüplü televizyona takacak kadar ne yaşadın be
kardeşim?..”
...
“-Alâaddin’in Sihirli Lambası’nı buldum, benden önce bulan borç
takıp gitmiş, o kadar talihsizim...”
...
“-Fernando Muslera takım otobüsünün önüne atlayan bir taraftarı da
kurtardı...”
...
“-Futbolu sevmemizin tek sebebi, bu işte umudun hiç
bitmiyor...”
...
“-Ülkede felaketleri bekleyip ona göre Tweet atıp prim yapmayı
bekleyen çok acayip bir kitlemiz var...”
...
“-Çocukken kimse benimle oynamazdı; şimdi ise herkes oyun isteği
yolluyor kendimi çok geliştirdim büyük oyuncu oldum...”
Öğrendim ki; “-Sana ışık tutanlara sırtını dönersen, göreceğin tek şey kendi karanlığınmış...”
Ayaküstü...
Aslında ben şiir yazmayı seviyor ve tercih ediyorum. Şair
değilim. Olamam da. Şiir yazmaya yeltenmem de, yazmayı, bilhassa
hicvetmeyi sevmemden kaynaklanıyor. Haddim olmadığı hâlde “mesaj”
veren şiirleri kaleme almayı pek seviyorum.
Bu yazıyı ise, bir çığlık bir haykırış olarak nitelendiriyorum.
Gâh âdetim gâh meşguliyetlerimden sebep, uzunca süredir bir filmin
başına geçmedim. Şöyle yemeğe salata niyetine bakınayım diye
gezindim biraz evvel. Vah ki kaybettiğim kıymetli vakitlere! Bu
yazıyı da peşi sıra yazdım ki samimi olsun. Sıcağı sıcağına tüm
zehrimi kusayım!
Son senelerin Türk (!) filmlerine baktım. Daha doğrusu bakamadım.
Büyük bir kısmının muhtevası, özenti, taklit, edebe mugayir ne
varsa hepsi... Tarih, kültür vs... filmlerini kastetmiyorum. Hoş,
bu filmlerin bazıları da benim için komedi ya da ağır dram
mahiyetinde sayılır. O mevzular zaten çok derin, girmemek en
iyisi...
Mevzumuza dönersek...