Saf boncuk mavisi bir sema…
Yol boyunca sıralı yer yer yaprakları dökülmüş, iskelet gibi
görünen muhtelif ağaçlar…
Belli belirsiz uyur gibi sessiz, sakin uzayıp giden lacivert
deniz…
Karşı sahilde mor, fark olunmaz sisler altında gökdelenler,
korular, irili ufaklı beyaz badanalı yalılar, köşkler…
Bütün bunların üzerinde masal âlemindeymiş gibi çığlık çığlığa
uçuşan martı sürüleri!
Sabah erkenden taze ve hesaplı balık almak için indiğim balık
halinin karşısındaki amele kahvesine uğradım.
Biraz ısınıp sonra da siparişlerimi almak için tezgâhlara
uğrayacaktım.
Bir masada; aşağı yukarı aynı yaşlarda dört kâğıt hurdacısı daha
vardı...
Selam verdim, müsaade isteyerek yanı başlarındaki boş tahta
sandalyeye iliştim.
Çaylarımızı yudumlarken gayriihtiyari havadan sudan, oradan buradan
muhabbet ettik...
Öğrendim ki bu dört kişi de Halepliymiş...
Biri Suriye’de Baas Partisinin üyelerinden radikal bir solcu, biri
Türkmen milliyetçisi, biri Kürt, diğeri ise Arap/Türkmen melezi ve
tarikat ehli biriymiş.
Mesele anlaşılınca sordum:
-Bu ne hâl kardeşim?.. Dördünüz de aynı memleketin adamı fakat
değişik dünyalardansınız!..
“- Abi sorma! Biz Suriye’de bırak aynı masada oturmayı, aynı
caddede, aynı mahallede bile birbirimize tahammül edemezdik. Kader!
Kader, şimdi kendi memleketinde bir araya gelmeyenleri vatan elden
gittikten sonra, AYNI ÇÖPLÜĞÜ karıştırmada bir araya getirdi...
Bunu çok iyi anladık ama iş işten çoktan geçti!..”
- !!!