Kargapazarı Dağlarının koyu laciverdi silueti, Erzurum Ovasını
henüz yokluyor. Bir kuru kadifeden dağ silsilesi sarıyor adeta bu
ovayı ve şevkle bir avuç şifalı su diye kendisini sunuyor. Eğer
geride, arkada, Palandöken sırtlarında gerinen ve birazdan doğacak
güneşin saltanatına boyun eğecek olursanız Kargapazarı Dağları’nın
Cemal Süreya şiirine yankıyan sesine de gecikirsiniz. Ne demişti
Cemal Süreya, işte şunları şunları da dedikten sonra, o kıvrak o
alev sarısı gülüşüyle ve bilerek kadınların bütün hünerlerini,
‘Kargapazarı Dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim’
demişti. Öyleyse bu dağlar, şairin kanıyla da canlanıp çiçeklenmiş
sayılırlardı eşkıyalıkta. İşte ben de şunca yıldır dindiremediğim
bir yerden bir yere gitmek hevesiyle Erzurum’u geride bırakıp,
tepede Tabyalar’da beni gözleyen bir çift gözün şanına sığınarak
yol alıyordum. Bu bakir ve kimsesiz saatleri çok
seviyorumdum.
Sağda tarafta binlerce ayçiçeği baş uzatıyorlar. Bir yandan içlerinde saklı birer isyan gövdesi taşıyan bu değirmi başların zülüfleri az sonra güneşin kılıçlarıyla taranacak. Geceden mülhem bir kaç su damlası gözyaşı niyetine toprağa düşecek.
Gitmeyi çekici kılan her...