Ekonomi, yeniden hepimizin öncelikli gündem maddesi haline
geldi.
Neden? Devletten şirketlere, ailelerden bireylere kadar herkesin
durup değerlendirme yapması, davranış değişikliğine gitmesi,
hesabını kitabını güncellemesi açısından...
Bu vesile ile hassas bir konuya değinmek istiyorum.
Piyasa dengeleri içinde sürdürülebilirliğin ön koşulu "nakit
akışından" geçer. Bir örnekle açıklayacak olursak...
Her devletin, kurumun, şahsın borcu da alacağı da olabilir. Bu
ikisini birer lastik topa benzetebiliriz. Borç da alacak da
dönemsel olarak inebilir de çıkabilir de. Mühim olan nakit akımıdır
ve onu bir "kristal küre" olarak görmek gerekir. Yani borç-alacak
ilişkisi içinde tanımladığımız lastik toplar düşüp çıkabilir ama
kristal küre asla düşmemelidir!
Bu girişi yapmamın nedeni tabii ki ekopolitik iklimle ilgili. Kur
atağına dayalı türbülans yaşadığımız açık gerçek. Böyle anlarda en
tehlikeli husus "dedikodu ve itibar suikastıdır!" Ki bu sıralar,
firma bazında kredibilite değerliliği ile ilgili spekülatif
bilgiler daha doğrusu dezenformasyon mekanizması işlemekte. Bir
başka anlatımla, büyük işletme varlıklarına, organizasyon
becerisine, işleyen çarklara rağmen nakit akışındaki anlık nefes
darlıkları kolaylıkla istismar edilebilmekte. Bankalar da bu tür
durumlarda "ne olur olmaz!" mantığıyla veya "şirket aktiflerinden
gözüne kestirdikleri" için acımasızca sahneye çıkabilmekte. An
itibariyle ülke genelinde bu ve benzeri tekil olaylara
rastlanmakta. Bilhassa yerelde fısıltı gazetesi yüksek tiraj
yapabildiği için senelerin iş insanlarının eli kolu
bağlanmakta.
Aktarmaya çalıştığım senaryonun benzerini, hafızamızda derin izler
bırakan yıllarda da yaşamıştık. Hatta bazı bankaların başına
öylesine isimler getirilmişti ki... Asli işleri, kredi açılan
firmaların modern fabrikalarına, değerli gayrimenkullerine bir an
önce el koymak ve önceden anlaştıkları yabancı gruplara satışına
aracılık yapmaktı.
Demek istiyorum ki... Türkiye, konjonktürel saldırılara pabuç
bırakacak, "gemisini kurtaran kaptan" zihniyetine teslim olacak bir
ülke değil.
İşte bu nedenle...
Evet biliyorum... Pek çok aile bütçesi ucu ucuna dönüyor.
Hanelerden özveri isteme yani iç tüketimi frenleme yerine,
öncelikle kamunun tepeden tırnağa yenilenmesi gerekiyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ni sadece, kâğıt üzerinde ofis ve
kurullardan ibaret görmemek için devletin çalışma biçimini ve
harcama önceliklerini yeniden ele alma fırsatı önümüzde
duruyor.
Türkiyemiz, tehditleri fırsata çevirme potansiyelini bünyesinde
barındırıyor...