Terör örgütüne yardım ve yataklıktan ceza alan Pastör Brunson
hakkında, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak tahliye kararı
verildiği sırada Türk-Amerikan ilişkileri bakımından kritik iki
gelişme daha yaşanıyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Isparta'da eğitim alan komandolara
hitap ederken "Fırat'ın doğusundaki terör yuvalarının
dağıtılacağını" söylüyor, Menbiç'te hendek açan YPG terör unsurları
için "kendi mezarlarını kazıyorlar" diyordu. Aynı anda Mardin 3.
Ağır Ceza Mahkemesi de ABD'nin Adana Başkonsolosluğu'nda tercüman
olarak görev yapan ve halen "silahlı terör örgütüne üye olmak"
suçundan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Hamza
Uluçay'ın tahliye talebini reddediyordu.
Ki ABD yönetimi, kendi vatandaşı olmasa da diplomatik misyonlarında
çalıştırdığı Uluçay ve benzeri konumdaki isimlerin de serbest
bırakılmasını istiyor. Lakin bu aşamada Evangelist Hıristiyan
kimliği nedeniyle kasımda yapılacak Kongre yenileme seçimlerinde iç
siyaset malzemesine dönüşeceğinden Brunson dosyası Başkan Trump ve
Yardımcısı Pence için daha önemli. Halihazırda Ankara- Washington
hattında bir problem çözülmüş gibi gözükse de iki ülke
ilişkilerinde epeyce mayınlı saha var. Ve bunların tamamı Türkiye
açısından hayati derecede hassas!
15 Temmuz darbe girişiminin ana aktörü terör örgütü elebaşı Fetullah Gülen'le ilgili hukuki ve diplomatik girişimlerin sonuçsuz bırakılması, kolilerce delilin incelenmemesi, Gülen'in örgütünü yönetebilir konumda tutulması başlı başına mesele.
Menbiç'ten, YPG'li teröristlerin çekilmemesi, ABD'nin verdiği silahları toplama sözünü tutmaması, Fırat'ın doğusundaki ABD askeri varlığı ve üs sayısının artması görünür gelecekte yaşanabilecek çatışmanın adeta habercisi.
Rusya'dan temin edilen S 400 hava savunma sistemlerine karşın, ABD'nin "Gelin Patriot sistemlerini müzakere edelim" demesi bile artık çok geç.
Hele hele Türkiye'nin program ortağı olduğu ve parasını yıllar önce ödediği yeni nesil savaş uçağı F 35'lerin tesliminin engellenmesi girişimleri ise akıl almaz.
Ve bir de ABD'nin "Hakan Atilla Davası" sırasında Ankara'ya ilettiği tuhaf teklifi açıklamakta fayda var. Atilla'yı asli kusurlu bulmasa da siyasi bir kararla mahkûm eden Amerikan yargısı, o günlerde Halkbank'ı da kurumsal olarak yargı sürecinin parçası haline getirmeye çalışmış, "Ertelenmiş kovuşturma hakkından yararlanın ama bazı suçlamaları da kabul edin" diyecek kadar ileri gitmişti. Oysa o mahkeme adına Halkbank'ta, İran'la ticaretin belgelerini inceleyen bağımsız denetçiler, suçlamaya esas veri bulamadıklarını itiraf etmek zorunda kalmıştı. Atilla ve Halkbank dosyaları ABD tarafından Türkiye'ye yönelik finansal baskı araçları olarak maksatlı biçimde kullanıldıkça baş ağrıtmaya da devam edecek.
Özetle... ABD'nin, Türkiye ile ilişkilerinde "onarıcı diplomasi" başlatmasının tam zamanı! Yoksa sorunlar tabana yayılırsa kamuoylarını ika etmek çok ama çok güç olur!