Ölüm geldiğinde “yaşayanlar ve yaşananlar” sıraya girer!..
Bugün için “yazılacak o kadar çok şey vardı” ki ve çarşamba sabahı
zamanım o kadar müsaitti ki, cuma yazımı yazmak için oturdum
bilgisayarımın başına ve “Hangi konuyu yazayım” diye düşünmeye
başladım. Tam o sırada gelen bir telefon “her şeyi değiştirdi” ve
işte “yazıma başladığım” cümle, “Cuma yazım için” geçerli oldu.
Urla Devlet Hastanesi Başhekimi Adıgüzel Demirel’di, telefon eden.
İki ay önce “zatürreden bitmiş hâlde hastanesine götürüldüğümde”,
beni ölümden çevirendi o ve sesi titriyordu!..
“Başımız sağ olsun Öcal Abi” dedi; “Ümit Kayıhan Hoca’yı kaybettik.
Senin iyileşip taburcu olduğundan hemen sonra hastanemize senden
çok daha ağır hâlde getirilmişti, zatürreden. Yoğun bakıma aldık,
yoğun bir tedaviden sonra iyileşir gibi oldu. Ama hastalık geri
geldi. Ambulansla 9 Eylül Hastanesine gönderildi. Uzun süren tedavi
onu sağlığına döndüremedi ve kaybettik.”
Tanıdığım “yaşayan” teknik adamlardan “sevgi bakımdan da, saygı
bakımdan da, dostluk ve arkadaşlık bakımından da”, ilk üçümün
içindeydi, Ümit Hoca’m; Fatih Terim ve Mustafa Denizli ile
beraber!..
Ve de açık açık söyleyeyim, sporumuzun da, kulüplerimizin de,
bizlerin de “kıymetini bilmediğimiz” büyük spor adamlarımızdan
biriydi. Elbette her insan gibi, her hoca gibi hataları, yanlışları
vardı ama “sevap kefesi” bin defa daha ağırdı; insanlığı başta,
kişiliği başta, adamlığı, aile adamlığı, spor adamlığı başta. Onu
“genç sayılacak” bir yaşta, 64 yaşında kaybettik; yerini
doldurmamız, zor olacak, hele ki gönüllerimizde!..
43 yıldır İzmir’de yaşayan ve “İzmir’den eş alan” bir kişi olarak
üzülerek ve altını çizerek yazmak durumundayım; İzmir’in
vefasızlığının en bariz örneklerinden biriydi, Ümit Hoca. İzmir
kulüplerinin başkan ve yöneticileri, İzmir spor medyası sağ
olsun!..
Ailesine, dostlarına, meslektaşlarına, arkadaşlarına, spor, futbol
ve basın camialarımıza başsağlığı dilerim.
Nurlar içinde yat...