İsveç’te U20 / 4x400 ekibimiz “destan yazdı”; Dünyanın “en ileri
atletizm ülkelerinin gençlerini geçerek” Avrupa şampiyonu oldu;
peki, benim anlı şanlı spor basınım ne yaptı? Kimse kusura
bakmasın, iş çığırından çıktı; spor (!) ekranlarımızı “birileri
(?)” istila etti. Bunca yılın spor yazarıyım, bunca yıl “spor
yazmak için” gazete sayfalarını didik didik ederken TV ekranlarını
da zaplayıp duruyorum. İşte o ekranlarda “bugünlere kadar adını
sanını duymadığım” bir yığın “futbol âlimi” karşıma çıkıyor; Fatih
Terimler, Şenol Güneşler başta, hocalara, dahası, kulüp başkan ve
yöneticilerine akıl dağıtıyor!..
Bir zamanlar spor sayfalarımızı da “benzerleri” istila etmişti;
içlerinde “iki cümleyi art arda yazamayanlar vardı” ve “onların
yorumlarını, yazılarını spor yazarları yazar, üstlerine imzaları
atılırdı”; o günleri arkada bıraktık derken, bu defa TV’lerdeki
spor (!) / futbol ekranlarımız istilaya uğradı!..
Elbette “bu işi” ciddi olarak yapan, hakkı ile yapan, spor geçmişi
ve yorum yapanı olarak kariyer sahibi “profesyonel” arkadaşlarımız
var; sözüm onlara değil!..
Sözüm “bedavacılara”; ekranlarda görünmek ve kalmak, dahası “bir
yerlerde iş bulabilmek için” köşe kapmaca oynayanlara, “Ben…
Ben…Ben…” diyenlere!..
“Bir iki gün” görüyorum, sonra bir süre ekrandan kayboluyorlar,
sonra “gene” karşımıza çıkıyorlar, sonra…
TV’leri yönetenler memnun; “tek kuruş ödemeden”, saatleri dolduran,
tartışan, hatta “sinirlendiğinde” bağırıp çağırmaya bile başlayan,
dahası “o sohbetlere (!) katılan arkadaşlarını fırçalayanlar bile
var. Ne kadar kavga; o kadar reyting; işi “köprü altı
üslubuna kadar” uzatanlar baştacı!..
Hele bazıları var ki, o ekranlara da, yaptıkları işe de, TV başında
onları izleyenlere de en ufak saygıları yok; yaka bağır açık, saç
sakal birbirine karışmış, oturuyorlar koltuklara; olacak şey
mi?..
Hey gidi günler hey; “spor gazeteciliğini...