Kupa finali… Hangi takım kazanırsa, adı “Türkiye Kupası’nı
kazanan takımlar” listesine eklenecek.
Sahaya atılan meşaleler ile açılış… Maç boyu devam eden ve sahayı
“sporcu sağlığını tehdit eden” duman deryası içinde bırakan ve de
daha sonra futbolculara yağdırılan her türlü cisimle beslenen
rezalet…
“Bu rezalet” konusunda yapması gerekenleri aklından bile
geçiremeyen “çekingen” bir hakem… Dahası bütün bir maç boyu Emre’ye
boyun eğerek çekingenliğini korkaklığa dönüştüren bir hakem!
Hakemden daha korkak iki hoca; takımlarını sahaya “anti futbol
oynamak ve rakibine futbol oynatmamak için” süren iki hoca; birinin
“Galatasaray’ın başına gelebileceği” yazılıp çiziliyor, öteki
Fenerbahçe’nin başına geçecek!..
Âdeta “küçük futbolun büyük hocaları olduklarını” ispat için
yarışıyorlar; “büyük futbolun yanında” takımlarını da, kendilerini
de küçülttüklerinin farkında bile değiller!..
Kupayı “penaltılar” ile “Mourinho usulü futbol (2010 Şampiyonlar
Liginde önce Barcelona, finalde Bayern Münih önünde takımı İnter’e
oynattığı futbol) ile kazanan” ve bunu da maç sonrasında “120.
dakikada dahi oyuncularımız rakibin oyun kurmasını engellemek için
son derece yüksek çaba gösterdiler. Oyuncularımı kutluyorum”
diyerek itiraf eden hocanın takımı aldı gitti; ötekine de “ligde
ikincilik, kupada finalist olmakla övünmek” kaldı.
Zaten, haftalardır “bunlarla övünüyordu”; ilahi adalet, ona
“Bunlarla övünmeye devam et” dedi!..
Neden FIFA listesinde 25’inciliğe düştük, “bu maç” bütün dehşetiyle
oryaya koydu;
1 -Türkiye’de futbol oynanmıyor.
2- Türkiye’de “büyük hoca” yok.
3- Türkiye’de hakem yok (Altını kalın çizgilerle çizin: Vardı, ama
profesyonel hakemlik yok etti), Türkiye’de spor seyircisi
yok.
4 - Türkiye’de bunları düzeltecek etkili ve yetkili spor
kuruluşları ve spor insanları yok!..
Bunca “yok” içinde hâlâ 25’inci sıradaysak, bunun sebebi, “bir
zamanlar var olmasıydı”; böyle giderse o temel de ne yazık ki;
püfff!..
NOT: Atiker Konyaspor’u “kupayı kazandığı için” kutlarım, zira
yukarıdan beri yazdığım tabloda “Atiker Konyaspor’un hiçbir
sorumluluğu” yok; tertemiz!..
Tartışılmalı!..
Uluçmarket’in “İşte acı gerçekler” bölümünde şunu yazdım;
“Türkiye’de hakem yok; vardı ama profesyonel hakemlik yok
etti:”
Bugün bitirecek olduğumuz futbol sezonundaki “hakem çizgimizin
zavallılığı” ortada; onun için iddia ediyorum ki; bu büyük düşüşün,
hatta “çakılışın” diyeyim, sebebi “profesyonel” hakemliktir!..
“Peşin para” hakemlerimizi değiştirmiş, “çok para”, onları “kimleri
karşılarına almamaları gerektiğinde” birleştirmiş, “yaptıkları
büyük hatalar” hatta “hakem kararları” hâlini almış, Merkez Hakem
Komitesi’nin “onları hak ettikleri cezalarla dinlendirmesini”
önlemiş ve de “hakemlik adına utanç tabloları” hemen her maçta
yaşanır hâle gelmiştir!..
Ben “bu kadarını söyleyeyim, yazayım” da, gerisini bu işin
ilgilileri yetkilileri, yorumcuları düşünsün, taşınsın!..
Zira “Böyle gelmiş, böyle gitmez” bu iş; gitmemeli!..
O günden bugüne!..
Yıllar önce idi, bir kulübümüzün başkanı ile meslek kuruluşumuzun
(TSYD) başkan ve yöneticileri adeta el birliği ederek, o kulübün
ilindeki meslek kuruluşumuzun temsilcisini istifa ettirdiler. Zira
“gazetecilik yapıyor”; baskılara boyun eğmeyerek gerçekleri
yazmaya, “bakkalın, manavın, o yetkilinin kardeşinin, eşraftan bu
güçlünün oğlunun ‘spor yazarı’ olarak basın tribünlerine alınmaması
için” savaş vermeye devam ediyordu. Hâlâ esrarını muhafaza eden bir
olayda, “fena hâlde dövülmesine” ve hastaneye kaldırılmasına
rağmen!..
Dahası da var; onca yıllık TSYD temsilcisinin istifa ettiği günün
hemen sonrasında o ilin stadında oynanan bir maçta basın tribününde
(O yörede genellikle mezarlıkta dağıtılan) “Helva ekmek”
dağıtılmıştı.
Aradan yıllar geçti, o kulübün takımı “küme düştü”; bu düşüşe ve
Gaziantepspor’a çok üzüldüm. Biliyorum ki, “o günlerin ve elbette
bugünlerin de cesur gazetecisi” Ökkeş Özeskici de çok
üzüldü.
Bilmem (Elbette biliyorum da, bilmez gibi yapıyorum) ki, o günlerde
sevgili Ökkeş’i “istifa ettirenler” bugün ne yapıyorlar?..
Arda!
İnsan üzülüyor; üzülmemek elde değil. Bir Barcelona’ya gittiği
günlere bakın, bir de “bugünün Arda’sına?..”
Spor sayfalarından daha çok magazin sayfalarında “haber olmaya
başlayan” bir futbol yıldızının sonu ne olur; örnekleri çok!..
Arda, o örneklerden hiç ders almamış; yapılan uyarılara da
kulaklarını tıkamış bir futbolcu olarak, kendi sonunu hazırladı ve
“yıldız futbolcu” kümesinden de, gözden de düştü!..
Dönüş yapabilir mi; eğer “magazin dünyasının sahte büyüsünden
kendini kurtarabilir” ve sporculuğa “yeniden” dönebilirse,
elbette!..
Ama “o iradeyi gösterebilecek” mi, nerede ve nasıl gösterecek, işte
orası meçhul!..
“Galatasaray’a döneceği” yazılıp çiziliyor; bana göre hem
Barcelona, hem Galatasaray yönünden hemen hemen imkânsız; Arda’ya
onca para ödeyen Barcelona, Galatasaray’ın gerek bonservisli
transfer, gerek kiralık olarak verebileceği para ile tatmin olmaz
ve “o iş” olmaz!..
Yazık oldu, hem de çok; bir spor insanı, bir Türk, bir spor yazarı
olarak onun bu hâle düşmesine üzülmemek elde değil!..
Ah şu Tudor!..
Ben herhâlde “başka bir maç seyrettim”, ekranda!..
Sneijder, “hakemin de müsamahası ile” sert faullerle kendisini
durdurmaya çalışan rakibi ile takışmış, sinirlenmiş, mukabeleye
çabalıyor, hakem görmezden geliyor; hatta ikinci sarıdan bile
değil, “doğrudan kırmızı kartı” bile gördü görecek; hocası onu
oyundan alıyor!..
O geceden başlayarak ağır eleştiriler; “Sneijder’i neden
aldın?..”
İkinci yarının daha 50-55’inci dakikalarında Sinan oyundan düşmeye
başlamış, defansa yardımı kalmamış, ortalara kaçıyor ve Sabri sağda
“gelen gidenle tek başına mücadele etmeye çabalıyor”; adam
kaçırdığı pozisyonlarda rakip fırsat üstüne fırsat buluyor; hocası
Sinan’ı oyundan alıyor!..
O geceden başlayarak ağır eleştiriler; “Sinan’ı neden
çıkardın?..”
“Onlar oyundan alınmasa”, Sneijder kırmızıyı görse, Sabri’nin
arkasına atılan toplardan goller gelse, o zaman; tam da “benim
yazdığım eleştiriler” peş peşe sıralanacak, “Neden Sneijder’i,
Sinan’ı almadın, bekledin” denilecekti!..
Maksat belli; “Tudor istenmiyor”, gitsin, gönderilsin ve de futbol
ulemamızın istediği olsun!..
Şaka!..
Anlaşılıyor ki, Galatasaray’ın yeni formalarını yapanların elinde
“doğru dürüst bir forma yapacak” kumaş kalmamış. “Parça deposunda
ne kalmışsa”, onlarla “yamalı bohça gibi” bir forma
yapmışlar!..