Bu sabah Elif Günay’ın mektubuyla uyandım. “Onlar gittiği yere
aydınlık götürür” diye başlıyordu mektup...
Biricik kızın, Silivri’de koğuşlara yalnız “birer kitap” tahsis
eden kütüphanenin sayende hızlı bir gelişme içinde olduğunu
aktarıyordu. Yayıncılar, kitap yetersizliğinden duyduğunuz
sıkıntıya kulak vererek, Silivri’ye koliyle kitap yollamaya
başlamış. Yazarlar da imzalı kitaplarını gene Silivri’ye yollamayı
âdet edinmişler.
Elif, “Böylesine büyük bir cezaevi için gönderilen kitap sayısı
hâlâ yetersiz, kitap okumak gibi masum bir eylemin kısıtlanması
hâlâ anlamsız ama Silivri’de hızla büyüyen bir kütüphane var”
diyordu.
Aklıma Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olduğu devirlerde,
sömürgecilere başkaldırdığı için dehşet verici Lucknow zindanlarına
atılan Hindistan’ın bağımsızlık kahramanı Nehru’nun, hapiste
yazdığı 1155 sayfalık dev “Dünya Tarihi” kitabı geldi.
Bir sömürge hapishanesi olan Lucknow’a o yıllarda sözüm ona kitap
sokmak yasakmış. Ama sömürgeci güç İngilizler bile, bu yasağı
uygulamamışlar. Başlı başına bizim Kurtuluş Savaşı’na üç bölümün
ayrıldığı bir devasa tarih kitabı, hapiste hiç başka kaynak
kitaplara başvurmadan yazılabilir mi?
Demek en acımasız sömürge hapishanelerinde, yaklaşık bir asır
önceki koşullar bile, Silivri’nin bugünkü koşullarından daha
liberalmiş. Bugün size kâğıt kalem verilmiyor. Başka bir örnek
vermek gerekirse, faşist Mussolini rejiminin hapishanelerinde de
kitap sıkıntısının yaşanmadığını anlıyoruz.
Gramsci “Hapishane Mektupları”ında, hapishane kütüphanesinden
haftada “8 roman” aldığını, çeşitli gazeteleri izlediğini ve Rus
yazarlarından -misal- Puşkin’i okuduğunu yazıyor.
Bugün Silivri’de Tolstoy okumak isteyen Ahmet Şık’tan “Savaş ve
Barış” esirgeniyor...
Faşizmin kütüphanesi
Yalnız Gramsci değil, Mussolini rejiminin diğer mahkûmları da
dilediklerince okuyup yazmışlar. Geçen yaz, bizzat gidip görüp
yazmıştım. İtalya’da faşizm tutsaklarının kaldığı bir sürgün ve
hapishane yeri olan “Ventotene Adası”nda ilginç bir kütüphane
var.
’80’li yıllarda ülkenin en popüler cumhurbaşkanlarından olan Sandro
Pertini ve faşizm sonrası ilk kurucu meclisin başkanı olan Umberto
Terracini ile AB kurucularından Altierro Spinelli hep bu adada
faşizm döneminde sürgün yaşamışlar. Kimileri bir mil ötede ayrı bir
adacığın üzerinde bulunan “San Stefano Hapishanesi”nde ayrıca hapis
yatmış.
Ama hepsi tutsaklık dönemlerinden geriye bugün olağanüstü tarihi
değer taşıyan bir kütüphane bırakmış.
Ventotene kütüphanesini yöneten Paolo Cutulo’dan bizzat bu
kütüphanenin öyküsünü dinlemiştim. Kütüphaneci Cutulo bana burada,
bu tutsaklar hakkında faşizm yıllarında tutulan polis tutanaklarını
göstermişti. Spinelli için gördüğüm bir rapor örneğin; “O çok
tehlikeli. Çok zeki ve kültürlü. Hitabeti güçlü. Aktif, yıkıcı
propaganda yapacak yetenekte” diyordu.
“Gördünüz mü” diye soran Cutulo, arkadan hemen eklemişti: “Onu
aşikâr biçimde buraya fazla zeki ve kültürlü olduğu için tıkmışlar.
Zekâ ve kültürü ayan beyan ‘tehlikeli’ bulmuşlar.”
Gramsci’nin hapse yollanmasının nedeni de bu: Gramsci’yi mahkûm
eden savcı, bu büyük aydın hakkındaki mahkûmiyet kararını; “Bu
beynin işleyişini durdurmalıyız!” diyerek veriyor.
Bizden Nâzım keza yıllarca hapiste tutulmasının nedenini, Piraye’ye
yazdığı mektuplarda “Mesele herhangi bir mahkûmiyet değil, Nâzım
Hikmet’in imhasıdır” diyerek açıklıyor.