Gazetecilikte otuz beş yılı arkada
bıraktım.
Çeyrek asrı aşkın bu uzun zaman dilimine
yayılan gazetecilik yaşamımda sayısız kederli haber; insanlık
dramı, şiddet, baskı öyküsü gördüm.
Gazetecilik, insanlığı kaybetmeden, biraz da
bunlara bağışıklık kazanmak oluyor.
Ama açlık grevi yapan insanların evlerini basıp
tutuklamak;
ardından bu yetmezmiş gibi, bu çok kritik
durumdaki insanları “Vay! Size ölüm orucu
yapmanız için acaba ne menfaatler
sunuldu” sorularıyla sınamak, artık sözün
sonu.
“Acıma! Acırsan sonra sen
acınacak duruma düşersin” doktrininin
eriştiği son nokta bu.
Bu noktada kurulacak hiçbir cümlenin, yapılan
hiçbir değerlendirme, uyarı ya da eleştirinin anlamı
kalmıyor.
O nedenle bugün beni mazur
görün.
Otuz beş yıldır ilk kez bugün gerçekten canım
yazı yazmak istemiyor. Yerine sizler
için Nâzım Hikmet’in bu
sevdiğim mısralarını iliştiriyorum:
“Yaşamak şakaya
gelmez,
büyük bir ciddiyetle
yaşayacaksın
bir sincap gibi
mesela,
yani, yaşamanın dışında ve
ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün
yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye
alacaksın,
yani o derecede, öylesine
ki,
mesela, kolların bağlı arkadan,
sırtın duvarda,