Geçen hafta Roma’da Umberto Eco’nun başyapıtı
“Gülün Adı”nın ilk tiyatro uyarlamasını izledim.
Oyuna giderken tereddütlüydüm. ’80’lerde Sean
Connery’nin can verdiği eserin film versiyonunu sıradan ve
çok düş kırıcı bulmuştum.
Ancak ışıklar kararıp perde açılınca gerçek bir tiyatro şöleninde
olduğumu kavradım.
Aktörler, kostümler, dekor, sahne, ışık, hepsi şahaneydi.
İtalyan tiyatro yazarları içinde başı çeken Stefano
Massini’nin büyük başarıyla uyarladığı eseri, yönetmen
Leo Muscato hem klasik, hem modern tiyatronun
öğelerini harmanlayarak sahneye koymuştu.
Roma’nın “eski Roma zamanından” kalan 2500 yıllık antik
tiyatrosunun tam üzerinde yükselen tarihi Argentina sahnesinde
sadece 15 gün sergilenen oyun, bu nedenlerle hep kapalı gişe
oynadı.
Eco’nun yıllar öncesinde okuduğum kitabını da bu vesileyle
hatırlamış oldum.
Dünyada “en çok satan 100 kitap” arasına giren “Gülün Adı”, özünde
soluk aldırmayan bir ortaçağ baskısı hakkında.
Engizisyonun en beter çağı 14. yüzyılda cereyan eden hikâyenin
merkezinde esrarengiz ölümlerle gündeme gelen ürkütücü bir manastır
var...
Gizemli manastıra yurtdışından gelen İrlandalı bir rahipten bu
ölümleri araştırması isteniyor. Çömeziyle ölümlerin peşine düşen
din adamı, titiz araştırmalar sonunda, kurbanların hepsinin
manastır kütüphanesinde “yasaklı bir kitaba” erişmek istedikleri
için öldürüldüklerini keşfediyor.
‘Gülmek korkuyu siler’
Yasaklanan gizemli kitap, Aristo