Podemos lideri Pablo Iglesias, bildiğimiz,
gördüğümüz başka politikacılara benzemiyor.
Çok genç bir defa. İspanya’nın demokratik ilk anayasasının
yapıldığı 1978’de
doğmuş. Franco diktatörlüğünü hiç
tanımıyor.
2000’lere adım atarken 20’lerine giren Iglesias, politik kimliğini
sendika avukatı anne, kendisi gibi akademisyen bir babadan almış.
İlk gençlik yıllarına denk düşen 21. yüzyıl başının küreselleşme
karşıtı tüm hareketlerine, gösterilerine katılmış.
“Halkçı” Vallecas semtindeki evini henüz değiştirmeyen
İspanya’nın “öfkelileri”nin lideri, Tarantino,
Coppola, Pontecorvo’nun filmleri ile
büyümüş. Gorki’nin“Ana”sını başucu kitabı
bellemiş...
Iglesias’ı tanıdığımız klasik liderlerden farklı kılan temel
özelliği, böyle dört dörtlük donanımlı bir aydın olması.
Sosyal öfkeden siyasi öfkeye
2010’lar başında “Tuerka” adında fenomen bir TV
programını yönetene dek, Madrid Complutense Üniversitesi’nde
siyaset bilimi hocalığı yapan “at
kuyruklu” lider;Gramsci, Laclau, Mouffe, Negri,
Zizek gibi düşünürlerin fikirleri etrafında toplanan,
kendisi gibi akademisyen bir ekiple Podemos’un fitilini
ateşlemiş...
Halen seçim kampanyalarının yöneticiliğini yapan, aynı üniversitede
kendisi gibi öğretim üyesi olan (1983 doğumlu) Inigo
Errejon ve yakın zamana dek yanından ayırmadığı sağ
kolu, siyaset bilimci Juan Carlos
Monedero ile birlikte oturup İspanyol Gezicilerinin
enerjisini “nasıl siyaset arenasına taşırız”ın planını
yapmışlar.
Madrid’de geçen kış Cumhuriyet için gerçekleştirdiğimiz bir
söyleşide Podemos’un sırrını “sosyal öfkeyi, siyasi öfkeye
dönüştürebilmek” şeklinde açıklayan Iglesias’ın dava arkadaşı
Monedero; bu can alıcı noktayla
atbaşı, “iletişime” verdikleri önemi anlatmıştı...
Podemos’u, solun en ilgi çekici hareketlerinden biri haline
getirmeyi başaran Iglesias’ın üçüncü çok önemli özelliği de bu: Bir
iletişim ustası olması.
TV’deki programının sıra dışı başarısının ardından, büyük
kanalların aranılan konuğu haline gelen Podemos lideri, kameralar
önünde, evindeki oturma odasındaki kadar rahat ve doğal hareket
ediyor.
Ekrandaki gibi meydanlarda da sözünü sakınmayan “yeni sol
lider”; kendini özlü fikirlerle ifade
ediyor. Marx gibi düşünürlerden
alıntılar yapıyor; ekranda konuşurken,“Cennet konsensüsle
fethedilmez. Saldırıyla ele geçirilir” tarzında çarpıcı
ifadelere başvurmaktan kaçınmıyor. Dijital ortamı en az TV kadar
başarıyla kullanıyor.
“Liderliğin yüzde 95’ini görsel-işitsel/audiovizuel
yetenek” diye özetleyen bu genç, postmodern lider; “yeni
siyaset”, “yeni liderlik anlayışının” örnek bir reçetesi
gibi...
Tüm bu özelliklerini ancak sıradışı politikacılarda bulunan müthiş
bir “kazanma tutkusu” ve “hırs” tamamlıyor.
Hiçten iktidara giden yol
Yakın zamanlara dek Harley Davidson motosikletiyle Madrid
sokaklarında gezen ama aşırı popüler olduğu için artık kalabalık
yerlerde görülmeyen “Podemos”gurusunu, Podemos’u aşırı
kişiselleştirerek “tarikata” dönüştürmekle suçlayanlar
var.
Iglesias’a yöneltilen bir diğer suçlama da “siyasi
oportünizm”. Başta NATO’dan çıkmak, stratejik sanayileri
millileştirmek, İspanya’nın borçlarını ödememek gibi çok radikal
fikirlerle yola koyulan Iglesias ve arkadaşları; Yunanistan’da
özellikle SYRİZA’nın başına gelenleri gördükten sonra hızla sosyal
demokrat platforma kaydılar.
Podemos, dün özetlediğim gibi bir yandan “poderes facticos/güç
odaklarını”kollarken; bir yandan da merkez solda sosyalistlerin
oylarına sahip çıkıp, solun egemen gücü olmayı planlıyor.