Yandaş basındaki “Erdoğan’ın Davos’ta one minute dediği
politikacı öldü” başlıklarına baktığınızda, Şimon Peres’in
hayatında Erdoğan’la Davos tiyatrosuna katılmaktan başka bir şey
yapmadığı izlenimine kapılıyorsunuz.
İsrailli politikacıyı Kudüs’te son yolculuğuna halbuki 80 civarı
dünya lideri uğurladı. Peres çünkü yalnız İsrail’in kurucu
babalarından biri olmakla kalmayıp aynı zamanda soyu tükenen devlet
adamlarından biri olarak bu dünyadan ayrıldı.
Ülkesinde düzineyle hükümette başbakan ve bakan olarak görev almış,
en son 2007-2014’de devlet başkanlığı yapmış, 70 küsur yıllık
zengin bir siyasi kariyeri arkada bırakmıştı.
Dönemin Başbakanı Rabin ve Arafat’la birlikte ’94’te Nobel’i
almıştı. Birikimli bir kültür adamı, donanımlı bir entelektüeldi.
Düşlerini kurduğu “barış” mutlu sona ulaşmasa da “vizyonuyla” hep
ön planda olmasını bildi.
Geleceğe atılan çıpa
İsrailli yazar David Grossman, Peres’in bu “vizyoner” özelliğini “O
daima geleceğe endeskli bir adamdı” diye anlatıyor ve ekliyor:
“İsrail gibi (kuruluş) mitoloji(sine) takıntılı, dini, kavimsel
söylemlere boğulan bir ülkede çehresini o hep bilimselliğe,
evrenselliğe, akılcılığa ve bilginin özgür olduğu demokrasiye
çevirdi. Şimon Peres’in geleceğe güveni vardı. O daima ütopik,
iyimser ve görünmeyen uzak bir geleceğe atılmış bir çıpa
gibiydi!”
Peres’i bundan iyi tanımlayan satırlar olamaz.
1999’da özel bir röportaj için Tel Aviv’de görüştüğüm Peres’in
anısı tam bu sebeplerle gözümde hâlâ çok canlı. Otuz küsur yıllık
gazetecilik yaşamımda yüzlerce söyleşi yaptım. Bu söyleşiler
arasında yıllar sonra hafızamda bu kerte iz bırakan söyleşi azdır.
Peres o sıradışı söyleşilerden biriydi...
Doğal, bilge, sakin, dingin ve görmüş geçirmiş, yapmacıktan,
kibirden uzak haliyle karşımda oturuşunu, tüm sorularımı özen,
dikkat ve sabırla yanıtlayışını dün gibi hatırlıyorum.
Muhatabına saygı duyduğu için insan olarak hemen saygı uyandıran
biriydi Peres. Kendisini çok etkili ifade ediyordu. Medyatik
söylemler yerine, özgün mesajlara odaklanıyordu. Söylediği her lafı
düşündüğü duygusu yaratıyor, bir derinlik duygusu uyandırıyordu. Ve
insanda ayrıcalıklı bir sohbette yer aldığı hissi bırakıyordu.
Artık bir milat öncesi olarak hatırladığımız AKP öncesi Türkiyesi
için bana “İslam dünyasında iki eğilim var” demişti: “Biri
köktencilik, diğeri modernizm ve çoğulcu demokrasi. Köktenciliğin
liderliğini İran, modernizmin liderliğini Türkiye yapıyor. Genç
kuşakları, gelişmiş orta sınıfıyla Türkiye’nin artık demokratik
geleneklerden ayrılmayacak bir ülke olduğunu düşünüyoruz. Yalnız
İsrail değil, dünya Türkiye’yi böyle görüyor.”
‘Dinci, tavize doymaz’
Bu sözlerin ardından Peres’le İsrail ve de Türkiye’de hükümetleri
şartlayan din-siyaset ilişkisini konuşmuştuk.
“Geleneksel olarak sağ ve sol partiler İsrail’de dinci oylar için
yarışa girer. Dincilerden alınan siyasi destek karşısında (sağ da
sol da) taviz verir. Bu gelenek dincilerin siyasi iştahını
arttırır” demişti.