Yüreğinizde yitirdiğiniz şeylerin dindiremediğiniz sızısı
varsa…
Ve gözyaşlarınızı içinize akıtmak istiyorsanız…
Tam şu günlerde kendinizi “boşlukta, ucunu kimin tuttuğu
bilinmeyen bir balon gibi”hissediyorsanız…
Nilüfer Kuyaş’ın Karasevda
Kitabı’nı alın; “eski adıyla melankoli, yeni
adıyladepresyon”un katman katman ayırdına varın ve katmanları
soyun…
1 Kasım depresyonunun dev bir tsunami dalgası gibi üzerimize
geldiği şu sırada düştü bu kitap elime.
Çıktığı ilk günden beri okumayı istiyordum, elim yeni vardı,
sayfalarını açtım, sonra bırakamadım…
Nilüfer’in kitabı aslında siyasi umutsuzluğun “yas”ını
iredelemiyor; tamamıyla kişisel bir “yas”ı,
annesinin “yas”ını, bizzat kendi
sözleriyle “anne yarası”nı anlatıyor.
Ama o “anne yarası” giderek kendi içinde, yaşamın büyük
melankolilerinin kavşaklarına açılıyor.
“Anne yarası” ile ülkede yaşananların yarası iç içe geçip, çığ
olup büyüyor.
‘Sonun başlangıcı Gezi’
Annesiyle geçirdiği unutulmaz son “2013” yazında, Nilüfer
Kuyaş’ın “Sonun başlangıcı oldu” sözleriyle
tanımladığı Gezi oluyor.
“Hepimiz çok sevdik Gezi’yi. Hayatımız değişti. Ama benim
hayatım iyice özelde, hiç beklemediğim şekilde
değişti” diyen yazar ekliyor:
“Önce abimin çalıştığı dergi kapatıldı, sonra kocam işten
çıkartıldı. Annemin emekli maaşı çok yetersiz olduğu
için, zaten zor geçiniyorduk. Sonunda, annemin elli
yıldır oturduğu, bizlerin büyüdüğümüz daireyi mecburen satışa
çıkarttık, alelacele.”
Nişantaşı’nda benim de komşum olan yarım asırlık o ev boşaltılıp
satışa çıkarılırken ıssız kalan odalarda bir yolculuğa çıkıyor
Nilüfer:
“Çocukluk evimin boş odalarında son kez dolaştığım dakikaları
bir kavşak, yahut bir şehir meydanı olarak
düşünürsek” diye bunu tanımlıyor: “Çok sayıda yol
açılıyor bu meydandan, hangisine girsem diye bocalıyorum.
Yolların bazıları geçmişe açılıyor, bir kısmı bilinmeze,
geleceğe gidiyor…”