Geçtiğimiz kış en ilgimi çeken filimlerden biri İranlı yönetmen
Asghar Farhadi’nin “Satıcı”sıydı.
Filmin açılış sahneleri birden evlerini terk etmek zorunda kalan
amatör tiyatro oyuncusu bir çiftin taşınma telaşı ile
başlıyordu.
Gündüz öğretmenlik yapan, akşam tiyatroda oynayan Emad ile geceleri
onunla aynı sahneyi paylaşan eşi Rana, çürük inşaatla yapılmış
evlerinin duvarlarında aniden beliren devasa çatlaklar yüzünden
umulmadık biçimde kendilerini sokakta bulmuş ve apar topar
buldukları ilk apartmana taşınmak zorunda kalmışlardı.
Başlarına, alelacele girdikleri yeni evde sonra, evliliklerini
uçuruma sürükleyen beklenmedik şeyler gelecekti.
Kadın başlarını soktukları yeni evde örneğin bir yabancının
saldırısına uğrayacak ama “İslamcı rejime” olan güvensizlik ve
korkudan polise gidemeyecekti. Saldırgandan önce polisin zira
“kadın” olduğu için kafadan kendisini suçlu bulacağını
bilecekti….
Geçen kış “en iyi yabancı film Oscarı”nı kazanan Farhadi’nin filmi
bir siyasi sinema örneği olmamakla birlikte; böyle bir dizi siyasi
göndermeyle bezeli.
Genç çiftin evliliklerinin çöküşünü hazırlayan “duvarlardaki
çatlaklar”, İran toplumunun kılcal damarlarına kadar işleyen
çürümüşlük ve çürüklüğün, yolsuzlukların simgesiydi örneğin. Ve de
yaklaşmakta olan ortak bir felaketin haberciliği ile dikişleri atan
bir topluma yapılan bir göndermeydi.
“Kabuk değiştirmekte olan toplum” teması; “Satıcı”da bir “alt yazı”
gibi sürekli belirtiliyordu. ‘Allahüekber’ sloganı
yok
İran halkı hiç beklenmedik biçimde çok katmanlı bir protestoyla
sokağa dökülünce, Emad ve Rana’nın duvarlarında ani
çatlaklar...