VENTOTENE - Henri
Charriere’in “Kelebek” romanını
bilirsiniz...
Charriere, Fransız Guyanası’nda atıldığı nemli tropik zindanlarda
işlemediği bir suçtan çektiği acıları anlatır.
Ventotene’nin hemen yanındaki ikiz kayalık ada üzerindeki Santo
Stefano hapishanesi de Charriere’in Kelebek’te anlattığı kaçması
imkânsız zindanları aratmayan bir yer.
Bu nedenle Mussolini döneminde faşizm
sürgünlerinin yaşadığı bu iki adaya Fransız Guyanası’ndan mülhem
olarak “İtalya’nın Cayenne”i ya da “Şeytanın
adası”deniyor.
San Stefano Hapishanesi Napoli’nin görkemli San Carlo
Tiyatrosu’ndan ilham alınarak yapılmış. Kemerlerle çevrili 3 katlı
amfitiyatro şeklindeki zindanların mimarisi etkileyici. Ama
sahnelenen buradaki tek oyun trajedi olmuş. Bu o kadar korkunç bir
trajedi ki girişinde “Buraya adımını atan sen, her
umuttan vazgeç!” yazıyor.
80’lerde sonra İtalya’nın en sevilen cumhurbaşkanı
olan Pertini işte bu hapishanede zulüm
çeken tutsakların en ünlüsü.
Kendisini yargılayan “özel yetkili
faşist mahkemeye”; “Kahrolsun faşizm!” dediği için
10 yıllık hükümle bu zindana gönderilen Pertini, Santo Stefano’daki
günlerini“Uzaktan yalnız kilise çanları, deniz ve balıkçıların
sesi gelirdi” diye anlatıyor: “Tek bir çehre, bir
gülümseme yakalayabilmek için hücrede dikiz deliğine
yapıştığım olurdu.Ama Santo Stefano’nun büyük mavi bir göze
dönüşen ve bana yeniden yaşamgücü veren göğünü görebilirdim
sadece.”
Pertini buradaki çilesinden sonra 1 mil ötedeki Ventotene’ye de bir
süre sürgüne gönderilmiş.
Amaç kimliği silmek
Sürgünden maksat muhalifleri yalıtmak. Onları iş, güç;
sevdiklerinden ayırıp yıpratmak. İnsanlık onurlarını yok edip
yaralamak. Cesaretlerini kırmak. Küçük düşürerek benliklerini,
kimliklerini silmek.
Ama Pertini örneğinde görüldüğü gibi Mussolini sürgünü istenilenin
tam tersini vermiş. “Şeytanın adası”nın rahlesinden geçenler,
demokrasiye geçişle İtalya’nın en gözde siyasi sınıfına
dönüşmüşler.
Sürgün şartları hapistekinden farklı. 1.5 kilometrekare
yüzölçümüyle Burgaz büyüklüğünde bir yer olan Ventotene’de sürgün
mahkûmları, dışarıya penceresi bile olmayan hapis rejimindeki gibi
yaşamıyor. Açık havadalar. Adanın belli yerlerinde ikamet edip,
belli kısıtlamalarla hareket edebiliyorlar. Hücre yerine
yatakhanede kalıyorlar. Farklı “siyasi”lerle oluşturdukları
ekiplerle beraber yemek yedikleri aşevleri kuruyorlar.
Mussolini polisince gölge gibi takip edilmelerine ve katı kurallara
-örneğin daktilo kullanamıyorlar, kalabalığa giremiyorlar vs.-
uymalarına rağmen; burada sürgün kalan “900
muhalif” sonuçta bir “think tank” gibi
çalışmış. Bu volkanik adada tüm enerjilerini “faşizmden sonra
ülkeyi nasıl yeniden kurarız”a vermişler...