Bazı yerler vardır… sıra dışı bir tarih ve coğrafya yolculuğunda
olduğunuzu düşündürür.
Hafta içinde IŞİD’in eline geçen Palmira,
işte o yerlerden biriydi. Palmira, Halep ve Şam arasında çölün tam
ortasında...
Bu kentlerden birinden arabayla… sadece birkaç saatte bu antik
beldeye girdiğinizde, kendinizi başka bir âleme ışınlanmış gibi
hissediyordunuz.
Düşünün…
Milattan 2 bin yıl öncesine uzanan, toplam 4 bin yıllık bir geçmiş,
birden gözlerinizin önüne seriliyor…
Suriye çölleri ortasında bir anda önünüze çıkan mükemmel
zarafetteki sütunlar, agoralar ve amfitiyatrolar karşısında
“Sahiden ben burada mıyım? Bu gördüklerim doğru mu?”
oluyorsunuz.
Nam salmış turizm destinasyonları arasında adı geçmeyen
“Palmira”nın yaşattığı bu derin sürpriz, insanda çölde bir serap
görmek duygusu uyandırıyor.
’90 larda gördüğüm Palmira’yı işte böyle muhteşem bir “serap” ve
“düş” gibi hatırlıyorum.
Çölün rengiyle beraber değişen, kâh sarı, şeftali ve kayısı tonları
alan yapıların günbatımındaki ıssız silueti dün gibi
aklımda…
Zamana meydan okuyarak günümüze dek ayakta kalan sütunların
sağlamlığına ve mimari ahengine, antik Roma’nın çok zengin ve
görkemli yapıları arasında dahi rastlamamıştım.
Sadece yelin sesinin yankılandığı çölün dinginliği ve uçsuz
bucaksızlığı tarihi kente, ilaveten başka hiçbir yerde görmediğim
“sonsuzluk duygusu” veriyordu.