Madrid’den ayrılmadan önce, 2015’in son günlerinde, İspanyol
başkentinin Cihangir’i sayılan “Chueca”da avangard bir partiye
gittim. Bahçesinde egzotik palmiyeleri olan 17. yüzyıldan kalma
görkemli bir sarayı, “apartmanlara” dönüştürüp katlar
halinde kiraya vermişler. Bizim gittiğimiz “dubleks”i, çok
başarılı genç bir avukat satın alır gibi neredeyse “15
yıllığına” kiralamış.
Sanat galerisi sahibi yakın bir arkadaşı için partiyi o
veriyordu.
Geceye Madrid’in önde gelen sanat çevreleri damga
basmıştı.
Eleştirmenler, küratörler, ressamlar, heykeltıraşlar, kültür-sanat
yazarları… Kendimi böyle bambaşka bir ortamda buldum.
Salona girer girmez dikkatimi ilk çeken kişi genç, ince, uzun boylu
bir erkek oldu.
Siyah bir “jean” altına sağ ayağına “kırmızı”, sol
ayağına “siyah” bir pabuç geçirmişti… Koyu gri renkli
tişörtünü, sağ bileğine 5 sıra sardığı “beyaz
inci” bileklikle tamamlamıştı. Anlayacağınız karşımda dört
dörtlük bir “metroseksüel” erkek vardı…
Adı “Diego” imiş.
Gecenin yıldızı olduğu anlaşılan Diego ile bir süre sohbet
ettk.
Diego, Madrid Complutense Üniversitesi’nde sinema dersleri
veriyormuş ama en önemli özelliği sinemada kendisinin uyguladığı
yeni bir teknikmiş.
Bu son tekniğe göre bildiğiniz “üç boyutlu” gözlükle
filan değil, sinemayı bayağı 360 derece içine girerek
izliyormuşsunuz.
Kendinizi olayların ortasında, içinde hissediyormuşsunuz…