Bizim düşünürlerin ve bazı ilahiyatçıların en zayıf noktası
budur. Gayrimüslim düşünürlerin, İslam'la ilgili eleştirel
bakışından etkilenip, bu görüşleri kendi görüşleri gibi takdim
etmek. Bunu da objektif bakış açısı iddiasıyla savunuyorlar.
Oryantalistlerden din öğreniyorlar. Onların fitnelerini İslam
ümmeti arasında yayıyorlar.
Öncelikle objektiflik ile akılla bakmak ve şartlanmışlık arasında
ciddi bir fark olduğunu belirtmek lazım. Bir dine mensup olan kişi,
iman eden bir insan iman ettiğine teslim olur. Bu teslimiyet
olmadan mümin olamaz. Şimdi ahiret, cennet, cehennem gibi fizik
ötesi âlemle ilgili Kur'ani beyanları kabul etmeyen iman etmiş olur
mu? Burada objektiflik işlemini nasıl işletecek. İman ettiği
kitapta anlatılanı aklına soracak, aklı yok derse iman etmeyecek.
Bunu da bilim adamı tavrıyla izah edecek.
İman etmekle akıl etmek, tefekkür etmek, şartlanmamak ayrı
şeylerdir. Aklı olmayanın dini de olmaz sözü; akıl hastaları için
konulmuş bir kriter değil elbette.
Ancak bizdeki görüntü bu ölçekte makul bir kopyacılık dahi
değildir. Körü körüne bir taklit var. Nasr ebu Zeyd, Ebu Reyye,
Hasan Hanefi, Ferec Fude ve benzeri zevatın bazı hususlardaki akıl
tutulması fikirleri, Kur'an'a tarihsel bir pencereden bakışları,
hatta bazı ayetlerden şüphe etmeleri, bazı sahabe hakkındaki
bilimsel çalışmaları hiçleyen ve iftira mahiyetindeki
değerlendirmeleri bu ümmete mensup olan birer din âlimi vasfıyla
örtüşebilir mi?
Bu ümmetin içinden çıkan bazı ilahiyatçıların ciddi bir iman
krizinde olduklarını ibret ve üzüntüyle müşahede ediyoruz. Neye
inanacaklarının, nasıl inanacaklarının, öğrencilerine nasıl bir
miras bırakacaklarının farkında olmadan geçip gidiyorlar. Hem
kendilerini ve hem de kendilerini dinleyenleri inanç hezeyanına
savuruyorlar.
Klasikleşmiş ve ama ileride de çok sorulacak şu soruyu maalesef biz
de sormak zorundayız: Hangi din doğru? Oryantalistlerin ve İslam
coğrafyasında siyasal-sosyal savrulmalarla en kötü dönemini yaşayan
halkları, diniyle sorgulayan modernistlerin takdim ettikleri dini
mi?