Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şehrine iki gün önce geldik. Eşyamızı
odalara tam yerleştirmeden Efendimiz'e (s.a.v.) selam vermek için
mescide yürüdük.
Medine'nin tatlı esintisi içimizi rahatlattı. Şehrin kendine has
nefis kokusu her tarafta hissediliyor.
Cennet bahçesi denilen Ravza'dan Efendimiz'in (s.a.v.) huzuruna
varmak için sıraya girdik. Gecenin ilerleyen saatleri olduğu için
çok zorlanmadık. "Huna es-Selamu ala Resulillah' Hz. Peygamber'e
(s.a.v.) selam burada verilir" yazısının önünde durup Efendimize
salat getirdik.
Son zamanlarda şirke girmeyelim, Kuran-ı Kerim'den başka kaynağa
gerek yoktur, gibi kulağa hoş gelen gerekçelerle ortaya çıkıp
İslam'ın altını kazmaya çalışan, Hz. Resul'ü (s.a.v.)
etkisizleştirip Kuran'la nefis ve hevalarına göre oynamaya zemin
hazırlayan; şefaat, kabir azabı, kabir suali, hadisleri, beş vakit
namazı, zekâtı, namazların rekaatlerini inkâr edip paralel bir din
kurmaya çalışan dalalet ehlini Efendimiz'e (s.a.v.)
mırıldandık.
Kalbimizden onları makama arz ettik. Kuran-ı Kerim'in ve Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) emirlerinin, sünnetin özüne dönmeleri için
dua ettik. İslam ümmetini onlardan uzak tutsun diye Rabbimize
yalvardık.
Ümmet Hz. Peygamber'le (s.a.v.) veda haccında verdiği vaadinin
arkasındadır. Peygamberiyle mahşerde buluşmanın heyecanı
içindedir.