Küresel ve bölgesel siyasi düzenin, ilişkilerin tarihte hiç
olmadığı kadar dinamik ve değişken olduğunu söylemek çok da iddialı
olmaz. Yeni düzen/düzensizlik kendine has özellikler üretirken,
değişkenler belirliyor ve ilişkileri oluşturuyor. Doğal olarak,
yarına dair gelişmeleri öngörmek çok da kolay değil. Bu durum
bireyleri, toplulukları, devletleri ve en fazlada karar alıcıları
etkiliyor.
Kürt Bölgesel Yönetimi’nin “bağımsızlık” referandumu ve ardından
yaşananlar bu tabloya iyi bir örnek teşkil ediyor. Zaten
belirsizliklerin hâkim olduğu siyasi, ekonomik, güvenlik ortamını
referandum daha da muğlak hale getirdi. Nitekim bu gün gelişmeleri
öngörmek, geçen haftadan çok daha zor görünüyor.
Sorun sadece ortamın muğlaklığından, aktörlerin çokluğundan,
niteliğinden kaynaklanmıyor. En az bunlar kadar önemli olan
Türkiye’nin “politik hedefinin” muğlaklığından, bir türlü net
olarak tarif edilememesinden de kaynaklanıyor.
Herkes, Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne karşı Türkiye’nin
kullanabileceği araçların çokluğu ve etkinliğinden söz ediyor.
Habur Hudut Kapısı’nın kapatılmasından sivil uçuşların iptaline,
boru hattının kesilmesinden televizyon yayınlarına son verilmesine
kadar. Hatta beş bin gönüllü sivilin hazır olması, hareket
halindeki tankların çıkardığı toz bulutu, Bağdat hükümetinin
gönderdiği, 32 kişilik caydırıcı askeri birlik de (!) buna dâhil
edilebilir. Tabii ki uluslararası hukukun askeri güç kullanma
konusunda sağladığı meşruiyeti de (!) unutmamak gerekir.
Evet, listenin uzunluğu ve çeşitliliği heyecan verici. Ancak ortada
bir sorun var. Sahi, Türkiye’nin siyasi hedefi nedir? Başka bir
ifadeyle, sandığa giden ve referandumu gerçekleştiren Kuzey Irak
Kürt Bölgesi’nde nasıl bir tablo oluşursa, Türkiye’nin politik
hedefi gerçekleşmiş olur ya da stratejik önemde
ilerleme sağlanır?